ENTELEKTÜEL ÇÖLLEȘME SORUNUMUZ
Türkiye’nin en temel sorununun, yaşadığı varoluşsal sorunun ne olduğunu bilmemesi, yaşadığı sorunun ne olduğunu bize gösterecek, köklü ve kalıcı çıkış yolları önerecek, anlatabilecek kalibrede, seviyede çaplı insanlarının, öncülerinin, düşünürlerinin, entelektüellerinin olmaması yakıcı bir sorun.
Türkiye entelektüel anlamda bir çöl. Hem de öyle bir çöl ki gelecek bir yağmurla da yeşerecek gibi değil. Hâlbuki en ıssız ve kuru çöller bile küçük bir yağmurda nice güzellikler sunabiliyor.
Elbette düşünen, araştıran, üreten ve dünyaya dair rasyonel aklını ve öngörülerini entelektüel düzeyde kullanan, sisteme ve toplumsal hayata dair sürekli eleştirel bir dil kullanan az sayıda da olsa entelektüeller hep var olacaklar. Ancak 20-30 yıldan bu yana entelektüellerin etkinliği yitti. Entelektüeller son dönemlerde sessizleştiler; sessizleştirildiler belki de? Umut mu kalmadı? Depresyon mu ağır geldi? Her alanda karşılaşılan yasaklardan “kafasını kaldıranların” sayısı mı azaldı?
Bugünün ana tartışma konusu olan siyasi gelişmeleri tartışmadan evvel bana kalırsa tartışmamız gereken husus budur. Çünkü siyasal zeminimiz kendisini beslemesi gereken münevver bakıştan yoksunluğun bedelini ödüyor bugün.
Ülkemizin dünya çapındaki en büyük sosyal teorisyenlerinden Şerif Mardin, “Türkiye’de entelektüel yok, literati var,” demişti.
***
Entelektüel; hâdiselere, eşyaya, dünyaya eleştirel bakabilen, eleştirel düşünebilen kişi demek, kabaca. Kant’tan ödünç alarak kullanırsam, çıkar beklemeyen bir düşünce dünyasına aittir. Çıkar beklemeden, yozlaşmadan, ödül almadan, kazanç sağlamadan düşüncelerin safça savunulması anlamında bu kelime kullanılmaktadır.
Literati ise, okumuş yazmış demek sadece. Entelektüel düşünme melekeleri gelişmemiş, malumatfuruşluğu öne çıkan, derinlikli okumalar yapamayan, güçlü felsefî önerilerde bulunamayan, en fazla olsa olsa, bilgiçlik taslayan kişi.
Entelektüel, eleştirel melekleri gelişmiş olsa da, güçlü, derinlikli önerilerde bulunabilecek bir kişi midir? Hayır. Entelektüelin bir şeyi bir bütün olarak, bütün boyutlarıyla kavraması beklenemez. Bir konuya eleştirel bakması, başka bakış biçimlerinin olabileceğini de hatırlatması beklenebilir en fazla.
Bu da az şey değil elbette.
Düşünür, bu derinliğe, bu vukûfiyete sahip kişidir işte. Bu anlamda Şerif Mardin, en güçlü, en fazla dikkate değer derinlikli okumalar yapan sosyal düşünürümüzdür.
Şerif Mardin’in “Türkiye’de entelektüel yok, literati var” tespiti, Türkiye’de neden düşünür yoktur, Türkiye’de neden düşünür çıkması zordur, sorularının cevabını veya bu cevabı bulmamızı kolaylaştıracak ipuçlarını verir bize.
Bizde, kimse içinde yaşadığı mahalleden, konfor sahasından dışarı çıkamıyor çünkü çıkmaya kalktığı anda onu hem içinden çıktığı cenahta hem de kendisinden görmeyenler arasında bir kaşık suda boğmaya hazır birçok hasım çıkıveriyor.
***
Çünkü bizde bırakın entelektüeli, namuslu bir fikir işçisini dahi koruyup kollayacak hemen hiçbir mekanizma yok. Hayatta kalabilmeniz çölde sığındığınız vahanın sahiplerinin hoşuna gidip gitmemenize, sizi taşıyıp taşıyamayacaklarına bağlı… Bir anda kendinizi vahadan atılmış ve çölde aç susuz bulabilirsiniz. Size verilen destek ve özgürlük sadece gücü elinde tutanların izin verdiği kadar olabilir, daha fazlası olamaz.
Bunun pek çok nedeni olduğunu söylemek mümkün. Bir, entelektüel çevre de diğer her şey gibi politik gerilimden etkileniyor. Politik gerilim, daha fazla devlet zorbalığı ürettikçe, zaten köklü bir salınım gösterememiş vasatıyla entelektüel çevre de bundan nasibini alıyor. Açıkça entelektüel sermayenin üretim merkezi sayılabilecek üniversitelerin temel kurumsal dinamiği olan düşünce özgürlüğünün dumur edildiği bir konjonktüre tanıklık ediyoruz. İstenen raporu düzenlemediği için profesörlerin görevden alındığı bir dönemden geçiyoruz. Sadece Twitter’dan, düşüncelerini açıkladığı için sorgulanan akademisyenlerin ve yargılanan aydınların olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Bu doğal olarak entelektüel marketin ürünü olan fikrin üretimini engelliyor.
İki, belki de tüm bu senaryo içinde en vahimi, gerçekten bazı entelektüellerin bu kurgudaki tehlikenin ne olduğunu ve nereden geldiğini iyi biliyor olmalarına rağmen, devlet veya devleti temsil eden zorbalıktan yana tavır alıyor olmalarıdır. Türkiye’nin son yıllarda buna tanıklık ediyor. İktisadın, kötü para iyi parayı kovar analojisiyle söylersek, entelektüelin kötüsü, neredeyse nitelikli hiçbir entelektüel bırakmadı. Sabah akşam yayın organlarında konuşan ve analiz yapan yazar çizer zevata bakın. Erdoğan bir şey söylemişse bütün gayretleriyle “tek doğru”nun onun söylediğini kabul edip, var güçleriyle, herkesi de o “tek doğru”yu kabul ettirmek için bütün yeteneklerini seferber ediyorlar. Bu aydın benzeri tipoloji, sadece entelektüel vasatındaki garabeti değil, aynı zamanda devlet zorbalığının sözcülüğünü yaptığını da kulakları sağır edecek derecede bağır çağır haykırıyor.
***
Cehalet, prim yapıyor bu ülkede. Hem de çok fazla prim yapıyor! En büyük prim yapan cehalet türü, entelektüel cehalet. Entelektüel cehaletin prim yaptığı bir ülkede gerçeklerle yalanlar çok rahat yer değiştirebilir, yalanlar gerçek, gerçekler de yalan katına yükseltilebilir kolaylıkla.
Entelektüel cehalet: Bu ülkenin önündeki en büyük takoz.
Hem bilmediğini bilmemek hem de haddini bilmemek ve önüne gelen her konuda ukala ukala konuşmak, ahkâm kesmek, bilgiçlik taslamak.
Hem ülkesinde hem dünyada olup bitenleri anlayamayan hem de dünyaya söylemek sözü olmayan sağ, ezberci, en fazla ideolog olarak görülebilecek bir tip çıkıyor ortaya. Böylesi bir entelektüel cehaletin hâkim olduğu bir ülkenin geleceği elbette ki karanlıktır.
İşte bunu yıkacak şahsiyet, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıyan öncü kuşak profilidir.
Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Salı 3 Eylül 2024