reklam
reklam
DOLAR32,3476% -0.04
EURO34,8446% 0.13
STERLIN40,6513% 0.14
FRANG35,7353% 0.56
ALTIN2.380,11% -0,70
BITCOIN61.794,714.314
reklam
Prof. Dr. Garip TurunçTÜM YAZILARI

“Nehir, yeni bir Türkiye’ye doğru akıyor”

Yayınlanma Tarihi : Google News
“Nehir, yeni bir Türkiye’ye doğru akıyor”
reklam

“Nehir, yeni bir Türkiye’ye doğru akıyor”

Çağıltılı bir nehrin kenarında durur da önünüzden köpürerek akan suya gözlerinizi dikip bakarsanız, biraz sonra başınız döner, gözleriniz kararır, düşecek gibi olursunuz. Nehrin nereden gelip nereye gittiğini görebilmek için biraz geriye çekilmek gerekir. Sanırım, hayatla ilişkilerimiz de biraz böyledir. Bugün ülkemizde yaşananlara aşırı bir dikkatle baktığınızda başınızın dönmesi, yüzlerce kirli ayrıntı içinde şaşırmanız, nehrin akış yönünü gözden kaçırmanız neredeyse kaçınılmazdır. Ama benim gibi uzaktan (Fransa’dan) bakarsanız, berrak ve güçlü bir nehir göreceksiniz. Evet, bir düşünürün değindiği gibi, “Nehir, yeni bir Türkiye’ye doğru akıyor”. Toplumumuz sancılanarak, kırılarak, çatışarak değişiyor. Sular, kabarıp köpürerek temizleniyor çünkü…

Bunu başka bir benzetmeye çağrı yaparak da ifade etmek mümkün. Eski çağlarda, uzun yolculuklardan sonra bir geminin içinde bunalmış, umutlarını yitirmeye hazır gemicilere bir kara parçasına yaklaştıklarının müjdesini önce deniz kuşları verirdi. Kuşları gördükleri zaman karaya yaklaştıklarını anlarlardı. Biz de hırpalanmış bir gemiyle fırtınalı uzun bir yolculuktan geliyoruz. Darbelerden, iç savaşlardan, cinayetlerden, devlet çetelerinden, FETÖ’cü kumpaslardan, işkencelerden, fakirliklerden, yasaklardan, yolsuzluklardan geçe geçe geliyoruz. Ambarında hortlaklar saklayan hırpalanmış bir gemi gibi geliyoruz. Maceralı yolculuğumuzda güzel günlerimiz, karaya yaklaştığımızı sandığımız mutlu zamanlarımız oldu. Ama mutluluktan çok mutsuzluk, özgürlükten çok baskı, zenginlikten çok fakirlik, neşeden çok ızdırap gördük. Şimdi artık karaya yaklaştığımızı haber veren deniz kuşları dolaşıyor geminin çevresinde.

Gerçekler ortada. Son seçimler de gösteriyor ki artık Türkiye’nin “tek adam” merkezli antidemokratik hükümet etme sisteminin, keyfiliğin, otoriterliğin, totaliterliğin, emeğin ve emekçinin hor görülmesinin, alay edilmesinin benimsemediğini ve benimsemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu gelişmeyi durdurmanın, halkı “çağdaş hukukun, insan haklarının, demokrasinin” onun aleyhine olduğuna ikna etmenin pek imkânı yok. “Üstünlerin hukuku mu hukukun üstünlüğü mü?” tartışmasını yapmakla meşgul olan insanlarımız, eskiden olduğu gibi sahte korkulara kapılarak kendi doğal haklarından vazgeçmeye, bütün ömürlerini sefaletle, baskı altında geçirmeye razı olmuyorlar artık.

***
Hatırlanacağı gibi, savaş tarihindeki en unutulmaz hile, kuşatılan kalenin önüne bırakılan büyük tahta attır. Kaledekiler atı içeri aldıklarında, atın içindeki askerler dışarı çıkıp, kapıları kuşatmacılara açarlar. Kaledekilerin güçlü direncini kırarlar böylece.

Bugün, Türkiye’yi çağdaş dünyanın bir parçası yapmak, evrensel adaleti Türkiye’ye taşımak, devleti halkına emir veren bir aygıt olmaktan çıkartıp onu halkına hizmet veren bir aygıta çevirmek istiyenlerin kalesine girmiş, 16 Nisan 2017’de, OHAL şartları altında referandum’da bir dolu şaibe eşliğinde kıl payı ve toplumun topluca onayını hiç aramaksızın, “Başkanlık atı”nı alıp Üsküdar’ı geçen bir Truva atı var. Unutmıyalım, bu ülkemizde bir “sıfır yılı”nın başlangıcıdır. Cumhuriyetin (ve onu sağlamlaştıran 1961 Anayasası’nın) karar, denetim ve hesap verme yapılarının, bunların eşgüdüm bağlantılarının ve çağdaş ortak kabullerin ortadan kaldırıldığı, bir tür “sivil Bonapartizm” allâ turca denemesinin başladığı yıldır. “Sivil Bonapartizm” siyasal projeyi öne geçirir, ekonomi buna tabi olur. Bizde de öyle oldu. Ancak, “para” olmazsa, ekonomi “para”yı bulamazsa siyasal proje de olamaz. Ama bir siyasal ve kurumsal yıkıntı tablosu ortaya çıkar. Bizde de öyle oldu! Ayrıntıları biliyoruz [16 Nisan 2017 günü 1 dolar 3,6 liraydı. Bugün 32 lira. Enflasyon oranı yüzde 11,9 düzeyindeydi, bugün yüzde 65. Faiz oranı yüzde 11,75 düzeyindeydi bugün yüzde 50. 2017 yılında Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk grup toplam servetin yüzde 55,2’sini alırken, bugün en yüksek 10’luk grup toplam servetin yüzde 69,8’ini alıyor.] Görüldüğü üzere, her kesiminden açıklar vererek yürütülen ekonominin yükünü toplum taşıdı ve yük gitgide ağırlaştı. Bu süreçleri “yapmacıklık”tan öteye gidemeyen bir “muhalefet”le izleyen, “sivil Bonapartizm” allâ turca’yı aşma girişimine, böyle bir güce sahip olmayan, bunu yaratamayan siyaset topluluğu ise içten içe sönmeye başladı. Kısaca, son seçimlere “sivil Bonapartizm”in bu “sıfır yılı” ile (2017-2024) geldik.

31 Mart 2024 seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın adayının arkasında başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, hem “Derin Devlet”, hem bütün “Bürokrasi”, 17 bakanın görevlendirildiği “Hükümet” ve “Görünür Devlet” bütünüyle “İstanbul Belediye Başkanlık atı”nı alıp Üsküdar’ı geçmeği denedi ama bir kez daha Ekrem İmamoğlu’nun başarası bunu engelleyebildi. Seçimleri o “Başkanlık atı”/CB sistemi/“Sivil Bonapartizm”/“Şahsım Devleti” kaybetti; “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” yani “Demokratik Cumhuriyet” ideali kazandı.

Belki çok zeki bir ulus değiliz. Ama onların sandığı kadar zekasız olduğumuzu da sanmıyorum. Çok acılar yaşadık, çok kandırıldık, çok dolandırıldık, çok ezildik, çok hakaret edildik (“illet”, “zillet, “teröriste ittifakı”, “Pontus”…. yaftalamalarla). Bu halk, artık insanca yaşamak istiyor. Her şeyden önce barış kardeşlik ve eşitlik talep ediyor. İtilip kakılmadan, horlanmadan, aşağılanmadan, soyulmadan, teslim olmadan, boyun eğmeden, sürünmeden, el etek öpmeden, insana yakışır ve onurlu yaşamak istiyor. Ve bu ötekileştirici, dışlayıcı, düşmanlaştırıcı politik dille yaratılan yapay gerginliklere bundan sonra büyük bir ihtimalle halkımız aldırmayacaktır; hukuku değersizleştiren ve siyasete aracı kılan cümle tatbikatlara son verip o Üsküdar’ı geçen ata dur diyecektir.

***
Nitekim Türkiye’nin “son seçim”i biraz da bunu bize göstermiştir. Öyle her şey bir gecede olup bitti, “istenen” gerçekleşti değildi elbette; bu toplumun değişime işaretiydi atılan adımla. Halkın ve siyasi aktörlerin toplumu okuma biçimini de yansıtıyordu aslında. İstenen ise şuydu: i-) Liyakat; ii-) Donanımlı insan; iii-) Temiz toplum; iv-) Unuttuğumuz “hafıza”nın geri gelmesi…

İyi insan/iyi vatandaş yetiştirebilme, çağdaş bir toplumu inşa etme umuduyla yola çıkılan “Cumhuriyet fikri”nin, modern toplum yaratabilme bilincinin kitlelere taşınabilmesi…

İşte bu noktada yerel yönetimin ne denli önemli olduğunu anlayabilme potansiyelinin toplumda yer etmiş olmasının bir göstergesidir bu değişim isteği.

Șatafat/kibir/yalan/yolsuzluk/hırsızlık/devletin soyulmasıyla; milliyetçi/muhafazakârların borç ve inşaat rantı üzerine inşa edilmiş bir ahbap çavuş kapitalizmi kurarmakla geminin yürütülemeyeceğini zamanın ruhu bize anlattı.

Bu, aynı zamanda toplumun kendisiyle karşılaşması/yüzleşmesidir.

Neler kaybettik sorusu en temel sorusu olmuştur.

Yaratılan yağma düzeninin ne tür yolsuzlukları, talanı, vasatlığı getirdiğini görebilmesi için “nitelikli”/“donanımlı” insanların ortaya çıkması gerekiyordu. Kıyıda durup, adeta tribünde seyreden yerine katılımcı olabilme bilincini kitlelere taşımanın, bir bakıma da sokağın sesini duyup, dilini yakalamanın bir sonucudur bize ferahlık/umut aşılayan.

“İyimserim ama umutlu değilim” diye yazmıştım geçmişte. Şunu anladım ki insandan umut kesmemek gerekir. İyi insanlar var oldukça iyimserliğimiz, umudumuz daha da çoğalacak sevgili okurlarım.

***
Seçim sonuçları karşısında şok yaşayan Cumhur İttifakı liderleri dayanaksız sözler söylüyor. Örneğin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli CHP lideri Özgür Özel’in seçimde “Cam tavanı kırdık” sözlerine tepki vererek; “Bunu diyenlerin Türk devletinin çatısını ve Türk milletinin varlığını dinamitlemesine asla fırsat verilmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır.”dedi.

MHP lideri Bahçeli’nin bu görüşü kabul edilemez. Tarihi gerçeklere de aykırıdır. Türkiye’de 1908 Hürriyet Devrimi’nden itibaren meclis ve o meclisin meşruluk temeli sayılan sandık, pek az devlette görülecek denli merkezi bir işlev görmüştür. Osmanlı’nın zorlu zamanlarında, 1919 yılında seçimler yapılmış ve son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın seçimi için dahi sandık kurulmuştur.

Cumhuriyet tarihi açısından da durum benzerdir. Türkiye Cumhuriyeti “halk iradesi”ne dayalı seçimlerle oluşan Gazi Meclis tarafından kurulmuştur. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’den önce halk iradesini yansıtan yerel kongreler ortaya çıktı. Bu kongreler dünyanın hemen hiçbir yerinde görülmeyen yerel, halka dayalı demokratik girişimlerdi. Meclis’in çalışmaları, sık sık askeri darbelerle kesintiye uğrasa da bu kesintilerin seçimleri askıya alması, askeri darbelerin yaşandığı benzer ülkelerden farklı olarak, hayli kısa sürmüştür. Söz konusu seçimlerden kaybeden iktidar ve biileşenleri bazıları şaibeli (1946), süngü gölgesinde (1982) veya mühürsüz pusula (2017) ile gerçekleşerek ihtilaflı hâle gelse bile sandık, meşruluğun temeli olmaktan hiç uzaklaşmamıştır.

Bir kez daha vurguluyorum: Türkiye Cumhuriyeti halk iradesine dayalı olarak “Egemenlik koşulsuz olarak milletindir” ilkesine bağlı olarak kurulmuştur.

Bahçeli sanıyorum Erdoğan’ın kendisini saf dışı edeceği endişesi içinde sürekli olarak bağlılık gösterileri yapıyor. 4 yılın seçimsiz olacağını söyleyen Bahçeli, “Türkiye rota değiştirmemiştir, ‘yerel iktidar olduk’ diyenler hayal alemindedir, şımarıklığın alemi yoktur” diyor ama sanıyorum kendisi hayal dünyası içinde.

Çabalıyor çabalamasına ancak bunun beyhude bir çaba olduğunu da biliyordur mutlaka.

***
31 Mart’ta açık farkla kaybettikleri seçimiden sonra iktidar ve birleşenlerinin mevcut “Sivil Bonapartizm”/“Şahsım Devleti” sistemini iyleştirmek için “kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştireceğiz”; “güçlenmiş şekilde yola devam edeceğiz” diyorlar. Öyle ya, onlar için tek tehlike haksız iktidarlarını kaybetmek. Ve, kaybedecekler. Tahta atlarıyla birlikte insanlarımız’ın hayatlarından çıkacaklar yakında.

Biliyor musunuz, “kara”nın yakında olduğunu haber veren kuşları biz ne zaman görmeye başladık? Daha önceki 2019 yerel seçim kampanyasında “beka” sorunu yaşıyoruz diye bağıranların çığlıkları halk arasında gülümsemeyle karşılandığında. Yaşadığımız bunca yoksonluk, bunca kumpas senaryo belalarından sonra, bu sözlere pek inanan kimse çıkmıyor artık.

“Türkiye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”

Önce ülkenin düşünce iklimi değişti. Tabular, ‘insanlarımız’ın zihinlerinde parçalandı. Türkiye’nin ruhu değişti. Baskıdan sıkılıverdi milyonlarca insan. “Kara görünüyor!” müjdesine yaklaştığımızı haber veren kuşlar ruhumuzdaki bu değişimden havalanıyor böyle…

Hortlaklarımız, yıllarını ambarda geçirdikleri, halkı hiç ciddiye almadıkları, bizi bir mazoşist grubu sandıkları için ne kuşları görebiliyorlar, ne karanın kokusunu alabiliyorlar.

Ve kuşlar uçuyor. Yeni bir yaşamın habercileri dolaşıyor geminin üstünde.

Yakında, gözcünün yıllardır beklediğimiz müjdeli sesini duyacağız: “Kara göründü.”

Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

Bordeaux, Çarşamba 17 Nisan 2024

reklam