Filistin ve (BOP) Büyük Ortadoğu Projesi (2)
Hiç düşündünüz mü? Ortadoğu coğrafyası, neredeyse yüzyıla yakın bir zamandır savaşların hiç eksik olmadığı bir bölgedir ve savaşların kitlesel katliamların hiç eksik olmadığı bu ülkeler geri bıraktırılmış-az gelişmiştir? Ve bu ülkelerin bir başka ortak özelliği de din-inanç düşünüş tarzının benimsendiği ve siyasette belirleyici unsur olan ülkelerdir neden?
ABD ve Avrupa devletleri için Ortadoğu avlanacakları yeni av sahasıdır. Bölgeye barış ve demokrasi getirmek yalanlarıyla aslında yapılmak istenen bölgenin petrol-enerji kaynaklarını açıktan açığa yağmalamaktır. Özellikle dünyanın en büyük ve önemli petrol rezervlerinin bu coğrafyada bulunması Ortadoğu ülkeleri için hem avantajlı hem de dezavantajlı bir durumdur.
Bu kaynaklar ülke insanlarının refahı, insanca yaşamı için kullanılmış olsaydı bu coğrafyada yaşam bambaşka bir refah düzeyinde olurdu. Küresel emperyal güçler ve bunlarla işbirliği içinde olan işbirlikçi güçler bu kaynakların bölge devletleri için kullanılmaması için her yolu kullanmayı sürdürmektedir.
İşte BOP Projesi bunlardan biridir. Bu proje yüzde yüz Amerikan projesidir. Bu proje beraberinde G-8 (Avrupa devletleri) ülkelerini de yanına alarak Endonezya’dan Pakistan’a kadar elli ülkeyi kapsamıştır.
Amaç, BOP projesi, Ortadoğu ve batı ülkeleri arasında işbirliği-fırsatların değiştirilmesi; küresel terörün önlenmesi söylemini taşımasına karşın yaşamın pratiğinde, işlerin böyle yürümediği bütün açıklığıyla ortadadır.
ABD ye göre terör olaylarının tek sorumlusu radikal köktenci İslam örgütleridir. Evet, küresel ölçekte terör eylemlerini gerçekleştiren örgütler, köktendinci, İslamcı örgütlerdir ancak bu örgütlerin oluşmasına neden olan ABD’nin yine kendisi değil midir? Özellikle 11 Eylül saldırısından sonra askeri-güvenlikçi politikaların en üst noktaya çıkartılmasına neden olmuştur. Afganistan’ın işgaliyle birlikte bütün İslam ülkeleri hedef tahtasına konulmuştur. Eş zamanlı olarak da BOP ile Ortadoğu yeniden dizayn edilmeye başlanmıştır.
2004 yılı zirve toplantısında bu projenin eş başkanlığını kabul eden ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Oysa ikinci dünya savaşından sonraki tüm zamanlarda Vietnam ile başlayan yayılmacı emperyalist işgalleri başlatan bizzat ABD’nin kendisidir. Amerika az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri ya ekonomik ya da doğrudan işgal yolunu seçip dünyanın jandarmalığını kendisine verilmiş hak saymıştır. Eğer terörden söz edilecekse en büyük terör gücü Amerikan devleti ve bu devletle iş tutan yerli işbirlikçiler ve siyasetçilerdir.
Amerika ve diğer kapitalist devletlerin ekonomik gücünün önemli bir ayağı da savaş-silah sanayisidir. Milyar dolarlık bitmek bilmeyen silah, depolarda çürümek için üretilmiyordu. Kapitalizmin yasası gereği üretilen metaların mutlaka paraya dönüşmesi için yeni pazarların keşfedilmesine ihtiyaç duyuyorlar ve sırf bu nedenle bile bu bölgede sürekli olarak savaşların tezgahlanması, üretilen milyar dolarlık silahın tüketilmesinin de pazarı oluyordu.
Küresel güçler az gelişmiş geri bıraktırılmış ülkelerde savaş çıkarmak için bir dizi sebep buluyorlar. Ekonomik-etnik-dinsel argümanları kullanıp kimi kez iç ayaklanmalar, kimi kez komşu ülkeleri karşı-karşıya getirmek, kimi zaman doğrudan o ülkeyi işgal etmek suretiyle savaşlar yaratıyorlar ve yaratılan her çatışmada depolardaki silah ve savaş mühimmatlar bu şekilde paraya dönüştürülmüş oluyordu.
İkinci dünya savaşından sonraki süreçte savaşların, iç çatışmaların merkezi Ortadoğu ülkeleri olmuştur.
Bütün bunlar tesadüfi değildir. Önceden tasarlanmış uzun dönemli bir projenin uygulamalarıdır. Bu ülkelerin hemen tamamının Müslüman inancına sahip ülkeler olması ve bu ülkelerde köktendinci radikal örgütlerin giderek siyasal yapıları belirleyen bir güç haline gelmesi de tesadüf değildir.
Bölge halklarını bilimden, bilimsel düşünceden uzaklaştırıp önce akıllarını tutsak ediyorlar. İsrail’i yöneten irade Netanyahu faşist radikal köktendinci, üstün insan seçilmiş ırk fantezileriyle Filistin halkına kan kustururken, kendi halkına da benzer acıları dolaylı olarak yaşatıyorlar. Filistin halkının yüzde yüz haklı davası FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) önderliğinde dünya gerçeklerini bilimsel akıl ve çözümle ilerletip FKHC’ne yükseltildiği bir süreçte bu süreçlerin önünün kesilmesi, öncü kadroların suikastlar sonucunda öldürülmesi ve dolayısıyla Filistin davasının önderliğinin Köktendinci Hamas-Hizbullah-El kaide gibi örgütlerin eline geçmesinin arka planında neler yattığını düşünmeden bu süreçleri doğru şekilde anlamak mümkün değildir.
Hamas’ın özellikle son yaptığı saldırılar kimin elini güçlendirmiştir. Filistin’in mi? Yoksa İsrail’in mi?
Her iki kesimde ölen dünyaları alt-üst olan silahsız sivil insanlardan başkası değildir. Her iki irade de savaş savaştır, kaide kural önemsizdir, önemli olan kazanmaktır anlayışıyla hareket etmeleridir.
Netanyahu için Hamas’ın saldırısı bir anlamda can simidi haline gelmiştir. Saldırı sonrası İsrail halkı-muhalefet örgütleri, güvenlik nedeniyle hükümetini desteklemek zorunda kalmıştır. Netanyahu iktidarına karşı yükselmekte olan muhalefetin hızı bu saldırıyla birlikte bir anda kesilmiştir. Bu kirli savaşın kazanan tarafı köktendinci-Siyonist İsrail ve küresel güçlerdir. Kaybeden tarafı ise Filistin halkının haklı davası ve masum halklardan başkası değildir.
Filistin halkının haklı meşru davasının bu noktalara geleceğinin işaretlerini önceden yazan çizen Filistinli bilim insanı entelektüel Edvard Sait-Filistinli şair Nizar Kabbani, romancı yazar Gassan Kanafoni gibi aydınların, düşünürlerin, gazetecilerin, yazarların yıllar öncesinden yaptıkları çözümlemeler neden görmezlikten gelindi?
Hamas-Hizbullah gibi şiddet politikalarını her şeyin başına koyan, ölümleri ve feda kültürünü kutsayan bu radikal köktendinci örgütlerin yönetsel düzeylere gelmesi-getirilmesi sizce de düşündürücü değil midir?
Sevgiyle sağlıkla düşünmeyle kalın
Nihat Çağlı