Gerçekleri söylemek.
Gerçekleri söylemek cesaretli ve onurlu insan olmayı gerektirir. Otoriter siyasal rejimlerin varlıklarını sürdürmelerinin ön koşulu gerçeklere karşı açtıkları amansız savaştır.
Gerçek-Reel sözcüğünün anlamı: Bir durum bir nesne veya bir nitelik olarak; var olan, varlığı inkar edilemeyen olgu durumunda, sahici olandır.
Yalan olmayan, doğru, doğru olan biricik şeydir ‘gerçek kavramı’
Nazi Almanya’sında Hitler’in en çekindiği ve kendisi için tehdit olarak kabul ettiği tehlike ‘gerçeklerin’ ortaya çıkmasıydı.
Çünkü iktidarının sürmesi ancak gerçeklerin ters-yüz edilip; yalan olarak halka sunulmasıydı.
Bu nedenle gerçekleri yazan dile getiren her kim varsa ya gaz odalarına gönderilmiş ya da ülkede yaşamalarına izin verilmemişti.
Aynı dönemlerde büyük düşünür-yazar edebiyatçı Bertolt Brecht ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır.
Fransa da 1939 yılında Alman yazarlar birliğince çıkarılan ‘Yaşadığımız Günler dergisinde yazdığı makalede gerçeklerin savunulmasının, faşizme karşı verilecek olan mücadelede yaşamsal bir önem sahip olduğunu şöyle anlatır:
– Gerçeğin yazılması söylenmesi halka iletilmesi cesaret ister.
– Gerçeğin kavranması için akıl bilinç gereklidir.
– Gerçekleri elle tutulur bir silaha dönüştürme sanatı ustalığı
– Bu silahı etkili kılacak olanları seçebilmek
– Gerçeği kitlelere ulaştırabilme yayma becerisi.
– Kitlelerin anlayabilecekleri sade yalın bir dille anlatılması.
Bertolt Brecht’e göre Hitler rejimine yöneltilecek en etkili silahlardan biri; gerçekleri halka anlatmaktır.
Bilgisizliğin; her türlü sömürünün-savaşın asıl nedeni olduğunu söylemek cesaret ister.
Bugünün dünyasında özellikle ülkemizde siyasal iktidar varlığını esas olarak gerçekleri yok saymak üzerine inşa etmiştir.
Ve bu yalan-demagoji üzerinden yaşamla ilgili hemen her konuda gerçekleri örtbas etmeyi temel bir yol-yöntem olarak benimsemiştir.
Ne acıdır ki otoriter rejim sürdürdüğü yalan siyasetiyle propagandasıyla geniş kitleleri etkilemeyi sürdürmektedir.
Nüfusun ezici bir çoğunluğunu açlık-yoksulluk sınırına getirdiği gerçek tablo ortadayken; hala bu acı gerçeğin sorumlusunun kendileri olmadığını söyleyebilmektedirler.
Deprem felaketinin gerçek sorumluları göz önündeyken; sorumluları adaletin karşısına çıkarmadan; depremlerin insanların kaderi yazgısı olduğu yalanına sığınmaktalar.
Dünya alem depremin ilk üç gününde gerekli müdahalelerin yapılmadığı gerçeğini söylerken; yalan siyasetinin baş mimarı ısrarla bu gerçeği örtbas etmeye çalışmaktadır.
Depremde kaybolan çocukların akıbetleri hakkında; aileler feryat ederken; Aile Sosyal Bakanı kameraların karşısında utanmadan sıkılmadan tek bir çocuğun kaybolmadığı yalanını söyleyebilmektedir.
Bu yalanların listesini bu sayfalara sığdırmak mümkün değil.
Demem o ki sürdürülmekte olan bu yalan-riya siyaseti karşısında ‘gerçeklerin ‘ kitlelere anlatılması kavratılması; otoriter baskıcı iktidara karşı verilecek mücadelenin temel ayaklarından biridir.