reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN
reklam

Dil-Kültür-Din-Asimilasyon-2

Yayınlanma Tarihi : Google News
Dil-Kültür-Din-Asimilasyon-2
reklam

Dil-Kültür-Din-Asimilasyon-2

Dilin toplumların, ulusların hayatında  yaşamsal bir öneme sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Dünyada üç binin üzerinde dilin var olduğu söylenmektedir. Ancak bu dillerin çok önemli bir bölümü zamana ve değişimlere ayak uyduramadıklarından dolayı unutuldular.

Demek oluyor ki dil canlı bir organizma gibidir. Sahip çıkılmadıkça; geliştirilmedikçe; diğer dillerin saldırısına uğrar, zamanla kendi köklerinden kopar; başka bir dilin gölgesinde kalır.

Dil bir ulusun kimliğidir. Kimliğini dilini koruyamayan bir ulus başka bir ulusun sömürgesi olur. Dolayısıyla asimilasyona uğrar, geçmişini, tarihsel köklerini kaybeder.

Bir ağacı toprağa bağlayan sadece kökleridir. Eğer kökleri zarar görürse meyve vermez kurumaya başlar. Dil de kendisini sözcükleriyle imgesel olarak yaşama bağlar. Dilin varlığını koruması ancak gerekli özenin gösterilmesiyle, yabancı sözcüklerden arınmasıyla mümkündür.

Dilin en temel yanı iletişim olduğundan, bireyin diğer bireylerle; toplumla bağ kurmasının biricik yolu dilidir! Ana dilidir.

Toplumların ekonomik sosyal düşünsel gelişimlerinin göstergesi aynı zamanda dillerinin gelişkin bir dil olmasıyla açıklanabilir.

Dilin (Etimoloji) kendisi ” bir bilimdir. Bilim, bilimsel gelişmeler sürekli değişim halindedir. Dil de bu gelişmeyi izlemek zorundadır.

Bugün dünya halklarına hükmeden emperyalist ülkeler bilimsel teknolojik buluşların ve üretilen emtiaların tek sahibidir.

Bilime önem veren, bilimsel buluşlar için gerekli araştırma geliştirmeler için imkan tanıyan ülkeler gelişen ülkelerdir.

Dil; bilimsel düşünceler otoriter baskıcı toplumlarda baskı altındadır ve bu nedenden dolayı gelişmez .

Ne acıdır ki ülkemizde hala en büyük suç düşünce; yazma suçudur.  Örneğin batılı ülkelerin ve Amerika’nın bilimde teknikte; insan hak ve özgürlükleri konularında (en azından kendi vatandaşları için) çok ileri bir düzeyde olmaları nedensiz değildir. Tersinden söylemek gerekirse Orta doğu ülkelerinin geri kalmaları da nedensiz değildir. Bilime bilimsel düşünceye yeterli destek verilmesi bir yana bilim karşıtı, yasakçı anlayışı tercih etmeleridir. Halkın kutsallarının başında gelen ‘ dini’ bilimin karşısına koymalarıdır.

Bilime bilimsel gelişmelere ayrılması gereken yatırımlar, Diyanet işlerine aktarılmıştır. Diyanet işleri de var gücüyle yönetsel erkin yan organı gibi faaliyet sürdürmektedir. İbadetin dili, halkın anlayacağı kendi dili olması gerekirken her durumda ancak bir Arap vatandaşının anlayacağı dille Tanrı’nın kelamlarını kendilerine uygun bir şekilde anlatıyorlar.

Bir sözcüğün, bir cümlenin ne anlattığı ancak anlaşıldığında bir anlam ifade edebilir. Sözcüklerin anlaşılması için; sözcüklerin bireyin zihninde çağrışım yapması gerekir. Eğer bir sözcük başka topraklardan ithal edilmişse anlaşılmak için bir çağrışım yapmaz, anlaşılmaz ancak ezberlenir. Oysa dilimiz eklemeli üretken bir dildir. Bir kökten derdimizi meramımızı anlatacak yeni sözcükler üretebiliriz.

Yaşamın sahici gerçekleri akla kara gibi ortadayken. Batılı ülkelerin bilimde teknolojide bu denli ileri olmalarının nedenlerinin başında düşünce ifade özgürlüğü gelmektedir.

Batılı ülkeler bilimde; bilimsel buluşlara her daim öncülük yapan, süreçleri belirleyen güçler değildi. Bütün ortaçağ boyunca bilim bilimsel buluşların adresi İslam aydın ve düşünürlerin inisiyatifi altındaydı. Pozitif bilimlerden; matematik cebir, astronomi, tıp, sosyoloji, felsefe, sanat gibi birçok alanda doğulu aydın ve düşünürler belirleyici öncü güç olmayı başarmışlardı. Bilim doğudan yükselirdi.

Evet, böyle bir süreç gerçek manada bu topraklarda yaşandı. MS 800 ile 1100 yılları arası  doğu toplumlarının altın çağı olarak kabul edildiği dönemlerdir. Doğulu toplumlardaki bu gelişmeler bir tesadüf, şans eseri değildir. Sosyolojik olarak bakıldığında kimi kısıtlara rağmen o dünyasını etkilemiştir.

Dinle dünya işlerinin ayrı disiplinler olarak kavranması.

Antik Yunan döneminin birikimlerinin doğulu bilim insanları tarafından geliştirilmesiydi.

Dinin din olarak; bilimin bilim olarak kendisini var ettiği böylesi süreçlerde doğu toplumları ilk ve son kez bu altın çağı yaşama fırsatını yakalamışlardı. Ta ki bilimin bilimsel düşüncenin karşısına bir inanç kurumu olan dini kelamları çıkardıkları döneme kadar. O döneme kadar yazılan bilimsel içerikli kitapların rafa kaldırılması ve Yahudi çevirmenler tarafından batı dillerine kazandırılmasından sonra gelişmelerin seyri doğudan batıya kaymıştır. Batı ülkelerinin yükselişi yeni bir çağın ‘sanayi devriminin kapısını açtığı gibi, sonraki çağlarında belirleyici gücü olmayı da sağlamıştır.

Bugün dünyanın; kaderini belirleyen Avrupa, Amerika gibi ülkelerin bu aşamaya gelmiş olmasının sahici tek bir nedeni vardır: Bilimin diliyle dinin dilinin aynı dil olması. Bilimin, bilimsel düşüncenin öngörüleriyle ülkelerini yönetmeleridir.

 

reklam