Feodalizmin çözülmesiyle birlikte yeni bir dünya şekillenirken ‘Osmanlı monarşisi’ bu sürecin dışında kalmıştır. Doğal olarak tarihin gerisine düşmesi de kaçınılmaz olmuştur.
1880’lerde başlayan birinci, ikinci Meşrutiyet dönemi aydınları ulus devlet olma mücadelesi veriyorlardı ancak devleti elinde bulunduran otokratik tek adam yönetimi olan ikinci Abdülhamit öncesi ve ardılları bu sürecin karşısında bir pozisyon almışlardı. Bu bağlamda Abdülhamit döneminde izlenen politikaları somut verileriyle açıklamak sonraki dönemleri ve bugünü anlamak açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Öyle ki günümüz Türkiye’sinin bu dönemi ve dönemin Abdülhamit’ini savunan ve kendine referans alan bir iktidarla yönetiliyor olması ayrıca tarihsel bir trajedidir. Tarihsel gerçekler bütün verileriyle ve belgeleriyle ortadayken emekçi halkların bu dönemleri en ağır can ve mal kayıpları ödemesine karşın yeniden ABD’nin eliyle yeni ‘Osmanlıcılık’ adıyla uygulamaya konulduğunun ne kadar farkındalar?
Bu uygulamanın emekçi halklar için yeni bir felaket olduğu bütün çıplaklığıyla ortadadır. Ancak ne acıdır ki milyonlar hala bu gerçeğin ayırdına varmış değiller.
Bu gerçeklerin bütün belgeleriyle gün yüzüne çıkarılması bu anlamda son derece önemlidir. Otuz üç yıl süren baskıcı monarşist yönetimi süresince ülkesinin çıkarlarını, vatandaşlarının refah ve barışını korumak yerine Avrupa devletlerinin çıkarlarına hizmet edildiğinin bilince çıkarılması gerekiyor. Ülkeyi otuz üç yıl boyunca kurucu meclisi feshederek baskıyla, dinle, sansürle sarayında tek başına nasıl yönettiğinin bilinmesi önemlidir.
Burjuva devrimlerinin gerçekleştiği ulus devlet demokrasi laiklik gibi temel kavramların benimsendiği, bu dönemin dışında kalan Osmanlı devletinin Avrupa devletlerinin sömürgesi haline gelmesi de kaçınılmazdı. Çağın gerisine düşen bilimden bilimsellikten bütünüyle uzak, dinle şeriatla ülkeyi yönetme anlayışının sonucudur bugün yaşananlar.
Gün olmuş Fransa’nın gün olmuş İngiltere’nin, Almanya’nın, Rusya’nın çıkarları için savaşmış bir anlayıştan trajik bir kaç örnek:
Abdülmecit 1854 döneminde Kırım savaşında Avrupa devletlerinin çıkarları için Rusya’ya karşı savaşa katılmış ve binlerce askerini feda etmiş, “Avrupa senin için savaştık” sözlerini savaşın anısı olarak çıkarılan madalyona yazdırmıştı.
İkinci Abdülhamit 1914 yılında yine ülke çıkarları için değil Alman devletinin çıkar ve istemleri doğrultusunda savaşa girmiştir. Enver paşa komutasında Rusya’ya savaş açmış; doksan bin askerin ancak on iki bini hasta ve yaralı olarak geri dönmüştür. Savaş sonrasında “Almanya senin için savaştık” ibaresini bu kez Abdülhamit savaşın anısı olarak madalyona yazdırmıştı. Daha da vahim olan bu savaşı din kardeşliği (Hristiyan- Müslüman) söylemiyle Alman Generalinin yönetmiş olmasıdır.
Alman generalinin komutasında savaşmayacağını savunan ve kesin tavır koyan tek isim “Mustafa Kemal “İvedi yanıt verilmesini, verilmemesi durumunda görev yapmayacağımı General Falkenhayn’a bildireceğimi arz ederim” demiştir. Aynı süreçlerde bağımsızlıkçı ülke menfaatlerini savundu diye ‘vatan haini’ olarak suçlanan yine Mustafa Kemal olmuştu.
Almanya adına savaşa giren binlerce evladını ölüme gönderen iktidara Alman devleti % 6 faizle verdiği 5 milyonla diyet ödemiştir Olayların yaşandığı 1850’li yıllarda devletin dış borcunun olmadığı bilinmektedir. Dış borç demek ölüm demektir” Ölüm demek dış borç demektir” Tüm zamanların değişmeyen gerçeği Abdülmecit-Abdülaziz ve Abdülhamit üçlemesiyle hayata geçirilmiştir. Böylece dış borçlanmalar beraberinde toprak kayıplarını geri dönülmeyecek ölçüde artırmıştır.. Uygulamaya konulan emperyalist politikaların doğal bir sonucu olarak Osmanlı devleti Avrupa devletlerinin sömürgesi haline gelmiştir. Borcu borçla ödeme kısır döngüsünün bir sonucu olarak; 1875’te Sadrazam ikinci Mahmut devletin iflasını resmen ‘Moratoryum’ ilan ederek açıklamıştı.
Abdülhamit aynı dönemde Yahudi tefeci Lorendo’dan iki yüz bin altın borcu yirmi yıllık vadeyle alınıyor. Bu borç 750 bin altın olarak geri ödenecekti. Her durumu fırsata çeviren Avrupa-Rusya devletleri borçları karşılığında ülke topraklarını kendi aralarında paylaşma planları yapıyorlardı. . Bu duruma ilk olarak karşı çıkan “Mustafa Kemal’den başkası değildir.
Almanya’nın yanında birinci dünya savaşa giren Abdülhamit hükümeti Almanya ile birlikte büyük bir yenilgiye uğramıştır. Yenilgi sonrasında emperyalist ülkeler vakit kaybetmeden topraklarımızı açıktan fiili işgale başlamışlardı. Rusların İstanbul’u işgal planları Çarlığın değişmeyen rüyasıydı.” İstanbul’u alan dünyayı yönetir” Emperyalist ülkelerin fiili işgaline karşı Anadolu’da başlayan kurtuluş
hareketi emperyalist devletlerin heveslerini kursağında bırakmıştır. Eşitsiz bir zamanda, eşitsiz koşullarda tarihin akışını değiştiren yeni bir Halk Cumhuriyet kurulmuştu. Ancak devrim yapmak tarih değiştirmek kadar önemliydi. Bununla birlikte devrimi tabana yaymak, devrimi korumak en az devrim yapmak kadar önemliydi. En başta tüm ezilen halkların baş düşmanı emperyalist devletler ve yerli işbirlikçileri karşı bir devrimi örgütleme çabaları ” yeni Osmanlıcılık” adıyla kesintisiz bir şekilde sürmüştür.
Bir sonraki paylaşımda buluşmak umuduyla iyi okumalar…