

Tarihsel bilincin önemli olduğunu düşünenlerdenim.
Tarihsel bilincimiz iki nedenle önemlidir. İlk olarak bugünü anlamak yorumlamak, ikinci olarak geleceğe ilişkin kurgularımızı biçimlendirmek açısından. Bu bağlamda ucu açık genel bir tartışma amacında değilim. Bu konu, ülkemizin içerisine düşürüldüğü vahim durumdan bir çıkış yolu bulması açısından yaşamsal öneme sahiptir.
Emperyalizm çağının siyasal iktisadını açıklayan bir dizi görüş arasında Marks’ın görüşleri doğruluğunu birebir kanıtlayan bilimsel bir görüş olarak hala varlığını sürdürmektedir. Elbette yüz yıl öncesinden bugüne kadar olan önemli değişimler, özellikle bilim-teknoloji alanlarındaki gelişmeler göz ardı edilemez. Ancak yüz yıl önce var olan emek sermaye çelişkisi daha da keskinleşerek varlığını sürdürmektedir.
Emperyalizme, onun yerli işbirlikçilerine karşı sürdürülen mücadele taktiklerinde elbette değişimler olacaktır. Mealen:” Emperyalizm özgürlük değil egemenlik ister.
Emperyalizm çağında işçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur; ama kazanacakları çok şey vardır.
”Emperyalizm savaş demektir. Gelişmekte olan halkların köleleştirilmesi demektir.
” Emperyalist ülkeler yerli işbirlikçileri eliyle gelişmekte olan ülke halklarını soyup soğana çevirmektedirler’
Emperyalist ülkelerin (ABD-Avrupa ülkeleri) kıskaçları arasında can çekişen, ağır bedeller ödeyen bir ülkenin talihsiz yurttaşlarıyız.
Başka bir yaşam mümkün olabilir miydi? Emperyalist ülkelerin kulu kölesi olmadan daha insani daha demokratik bir ülkenin özgür yurttaşları olabilir miydik?
Tanrı’nın (yaratılış teorisi) tüm insanları eşit yarattığına dair binlerce kutsal kelamdan söz edebiliriz. Ancak yaşamın gerçekliğinde emperyalizmin din üzerinden halkları nasıl aldattığını, birbirlerini karşı karşıya getirip, nasıl boğazladıklarının yüzlerce örneğinden belki de çok önemli bir örneği bizim ülkemizde dünden bugüne kadar yaşadıklarımız sayılabilir.
Örneğin birinci dünya savaşını başlatan Alman imparatoru ikinci Wilhelm’in görüşleri aslında tüm otoriter emperyal görüşleri anlamak açısından başat bir örnektir. Wilhelm, birinci emperyalist dünya savaşının ön günlerinde insanlığa şöyle seslenmektedir: “Unutmayınız ki Alman ırkı Tanrı’nın seçkin ırkıdır. Alman ırkının imparatoru olmam onuruna Tanrı’nın ruhu benim üzerime inmiştir. Ben Tanrı’nın kılıcıyım bana inanmayanların vay haline”
Benzer cümleleri Hitler 1938 yılında şöyle dile getirmiştir: “Benim tarihi bir misyonum var. Ben bu misyonu gerçekleştireceğim. Çünkü Tanrı bu misyonu yerine getirme görevini bana verdi. Benimle birlikte olmayanlar ezilecektir.”
Din vurgusu, seçilmiş insan ve seçilmiş insanın her tür şiddeti anti demokratik uygulama hakkını kendinde bulması, bu retorik tüm zamanlarda farklı sözcüklerle ifadelendirilmiş olsa da halkları soyup soğana çevirmek isteyen emperyalist siyasetçilerin ve onların işbirlikçisi olan yerli siyasal aktörlerin de kutsalı olmuştur.
Yakın tarihimize göz gezdirdiğimizde bu retoriğin aynen uygulandığını görebiliriz. Hitlerden Mussolini’ye, Franco’ya ve ülkemizin tarihine kara bir gölge gibi düşen üç siyasal dönem ve bu dönemin siyasi aktörlerince de uygulanmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Ortak metafor: Din- Milliyet-Emek Sömürü için Savaş.
Konumuz açısından önemli olan nokta: ülkemizin bu kritik zamanlarda nasıl yönetildiği, emperyalist ülkelerin çıkarlarına nasıl hizmet ettiklerini anlamak açısından önem taşımaktadır.
Yazının ikinci bölümünü daha sonra paylaşacağım.
Sevgiyle, düşünmeyle kalın…