TÜRKİYE’DE REJİM BUNALIMININ TEZAHÜRLERİ
Yeni yıl, 2023’ün kaldığı yerden devam ediyor. “Değişen sadece takvim yaprağı, memleket gündemi olduğu gibi yerinde duruyor” diye geldi 2024! Cumhuriyetin 100. yılındaki toplumsal gerçeğimiz “saltanat tamam, sıra hilafette” diyen bağnazlığın arayış yolculuğunda zorlu bir dönemece geldiğimizi gösteriyor.
Daha yılın ilk günü sabah başladı kaygı verici haber yoğunluğu… Filistin halkıyla dayanışmak ve soykırıma varan saldırılara tepki göstermek için yapılan bir mitingde bir kesimin açık hilafet ve şeriat çağrısı yapması; “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES)” kapsamında, henüz gelişme çağındaki öğrencilere, pedagojik formasyonu bulunmayan din görevlileri tarafından ‘değerler eğitimi’ adı altında 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile bağdaşmayacak şekilde dersler verilmesi; Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yaptığı, eğitim kurumlarında vakıf ya da dernek adı altında tarikat yapılanmalarının varlığını meşrulaştırmaya yönelik konuşması; 10 Kasım’da Tuzla Piyade Okulu’nda emre rağmen Atatürk fotoğrafı takmayı reddeden bir teğmen ve devamında yaşanan tartışmalar ve son olarak geçen haftanın Cumartesi günü, yani Suudi Arabistan’da yaşanan maç skandalının hemen ardından, Ata’mızın manevi huzurunda, Anıtkabir’in geniş avlusunda bir yobazın “Kahrolsun cumhuriyet, şeriat gelecek, lanet olsun cumhuriyet…” çağrısı yapılması gibi uygulamalar ve vakalar yeni yılla devam eden güncel örnekleri olarak sayılabilir.
Türkiye laik bir cumhuriyet. Anayasa’nın 1. Maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğunu belirtiyor. Bu maddenin değiştirilmesi bile önerilemez. Bir de siyasi partiler yasası var; Madde 86, madde 87, madde 88 mesela. Laiklik ilkesinin korunması ve halifeliğin istenemeyeceği… Dini ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar yasağı… Dini gösteri yasağı… Siyasi partiler, herhangi bir şekilde dini tören ve ayin tertipleyemez veya parti sıfatıyla bu gibi tören ve ayinlere katılamazlar. Bunlar anayasaya göre de siyasi partiler yasasına göre de suç. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi; her türlü kişisel otoriteye karşı milli egemenlik, gericiliğe karşı aklın ve bilimin rehberliğinde laik dünya görüşü ve çağdaş uygarlık, her türlü tehdide karşı ulusal birliği ve bütünlüğü koruyarak yurtta barış, dünyada barış’ ilkelerine dayanmaktadır. Dünyadaki ve ülkemizdeki olumsuz gelişmeler Cumhuriyetimizin yeni yılla birlikte ikinci yüzyılına girerken kuruluş felsefesindeki ilkelere daha sıkı sarılmamız gerektiğini göstermekteyken, bu ilkeleri tamamen yok sayan bazı eylem ve söylemler ülkemiz bakımından kaygı vericidir.
*
Yılın ilk günü, sabahın erken saatlerinde İstanbul Galata Köprüsü ve Eminönü meydanında bir miting düzenlendi. Yüzbinlerce insan’nın katıldığı bu mitingin temel amacı İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulmü protesto etmek ve şehitlere saygı duyulduğunu göstermekti. Ancak bu Gazze mitinginde söylenenlerle asıl söylenmesi gerekenleri tartışacağımız yerde, “tevhid bayraklar”nın açıldığı, koro halinde “şeriat isteriz” çığlıklarıyla bir hilâfet kavgasının ortasında bulduk gündemi.
Erdoğan fotoğraflı sosyal medya hesaplarından “Anıtkabir yıkılmalı, şeriat gelmeli” mesajları paylaşılıyor. Bir eski manken çıkıp “Türkiye 2030’a kadar tam manasıyla hilafet sistemine geçmiş olacak. Çünkü bölgedeki şartlar Türkiye’yi buna mecbur bırakacak….” diye yazıyor.
Bunlar daha sert ve sinir uçlarıyla oynayan mesajlar, söylemler. Bir de hilafeti şirin gibi gösterme çabaları var ki onu da bazı akademisyenler üstleniyor.
Aydın Üniversitesi öğretim üyelerinden profesör Naciye Selin Şenocak bir açık toplantıda hilafet çağrısı yaparak “Türkiye bunu düşünmeli” dedi. Bu profesör “seküler hilafet” diye bir “Oksimoron”, yani “yaşayan ölü” gibi, zıt nitelikleri aynı objede birleştiren bir tanım da uydurmuş. 3 Mart 1924’te kaldırılmış olan hilafet İslami ve hukuki olarak yönetim demektir. Bir yönetim “İslami ise seküler yani bir başka değimle laik olamaz, bu profesör bu kadar cahil olamaz, ama belli ki konu cehaletle değil algı yaratmakla ilgili.
Aslında bu tartışma 2020’den kalma bir yapay gündem uydurması. 27 Temmuz 2020’de, Yeni Şafak’ın Gerçek Hayat dergisi, hilâfet çağrısı yapmıştı. Kapağında “şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim; hilâfet için toplanın” yazıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı rahatsız etmişti. ‘Suni kriz çıkartarak olumlu havayı sabote edenler’in işgüzârlığı olarak görüyordu.
2023 sonlarındaysa o suni kriz, “Hilafet olsaydı, bugün bu halde olmazdık, Gazze kurtulurdu” ucuzculuğu ile din tacirliği yapan cübbeli, takkeli ‘ham yobaz, kaba softa’ bir kesim tarafından ısıtılmaya başladı.
Gazze düşerse İstanbul düşerdi ama İsrail’le ticaret düşsün de ekonomiyi vursun, seçimde iktidar mı düşsündü; İstanbul düşerse düşsün, iktidar ne yapsındı, seçim kaybetmemek için İsrail’e yaptırım koyamıyordu, seçimleri kaldırıp hilâfet getirmeden de Gazze kurtarılamazdı…
Bu gibi yapay gerilimler, Türkiye’nin gerçek sorunları örtmekten başka hiçbir anlam taşımıyor. Ne halka bir faydası var ne de Gazze’ye. Siz de ucundan tutarsanız karşı ucundan iktidarın neyi tutacağını bir daha düşünün, derim. “Ey CHP, sen istesen de istemesen de uzaya gideceğiz; ey Haçlı, çatlasan da patlasan da Ay’a sert iniş yapacağız” inatlaşmalarıyla 2023’ü geçirdik. 2024’ü de “ey CHP, sen istesen de istemesen de hilâfeti getireceğiz, şimdi değilse ne zaman, hilâfet hayâl değil” kışkırtmalarına karşı “Türkiye laiktir, laik kalacak” kışkırtmalarına mı feda edelim?
Kendimizi kandırmanın bir anlamı yok, “Kâbe Arap’ın olsun, bize Çankaya yeter” anlayışla da hilâfet hayalleri kuran zihniyetle de Türkiye demokratik dünyada bir yer bulunmaz.
Kemalizm’e iman eden kesimlerin kendi mahallelerinde racon kestiği, şeyhlerine, tarikat ve siyasi liderlerine biat eden merdiven altı İslamcıların itibar gördüğü bir toplumda demokrasi her zaman sadece bir hayal olarak kalmaya mahkumdur.
*
Batı dünyasında, ulus-devlet sürecinin bir sonucu olarak, “yurttaşlık” düşüncesinin gelişimi, modern sivil toplumun olmazsa olmaz koşuludur. Sivil toplum, “yurttaş” kavramıyla bağlantılı analitik bir kavramdır. Sivil toplum yurttaşların oluşturduğu toplum düzenidir. Sivil toplum tarikatları, cemaatleri, etnik grupları değil, yurttaşı birim olarak ele alan düzendir. Kant, sivil toplumu, yurttaşların yasamaya katıldığı “toplumsal düzen” olarak tanımlar. Müslüman toplum modeli üzerinde çalışmalar yapan İngiliz-Çek filozof ve sosyal antropolog Ernest Gellner, sivil toplumun temelinin toplumsal ve teolojik bağlarla kösteklenmeyen, amaçlarını özgürce seçen, kısıtlanmamış ve laik bireyde yattığını söyler.
Bu bakış açısından hareketle, denilebilir ki tarikatlar ve cemaatler felsefi, hukuki ve yasal açıdan sivil toplum örgütleri olarak kabul edilemez. Doğaları itibarıyla bu oluşumlar, fundamentalist (köktenci-köktendinci) hedeflere sahiptir. Çünkü fundamentalizm her şeyden evvel gerçeğin tekliğine (tevhid) ihtiyaç duyar. Aşkın, gerçeklik anlayışı gündelik yaşamın çok boyutlu dinamizmiyle çatışır. Bu yapıların kendilerini sivil toplum örgütü olarak tariflemesi “otomatikman” demokratik oldukları anlamına gelmez. Kapalı cemaatler, laik, demokratik ve çoğulcu yaşama direnç gösterir. Oysa sivil toplum, siyaset teorisi ve ahlâk felsefesi profesörü Amerikalı Michael Walzer’in yerinde ifadesiyle, insan topluluklarının hiçbir güç tarafından zorlanmaksızın içinde hareket edebilecekleri, kendini belirleyebilecekleri alanın adıysa, tarikatlar ve cemaatlerin birey, toplum ve devlet tasavvuru, tamamen tek, aşkın bir hakikate göre biçimleneceğinden modern toplum düzeniyle kökten paradoks oluşturur.
Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması Türkiye’de büyük Aydınlanma devriminin dönüm noktasını oluşturur. Bu süreçte laik kanunların çıkarılması, Şeriyye ve Evkaf vekâletlerinin kaldırılması, Şeriyye Mahkemelerinin kapatılması, eğitimde birliğin sağlanması (Tevhidi Tedrisat Kanunu) kritik adımlardır. Köhnemiş, otoriter ve teokratik düzene dayalı imparatorluğun devrilmesinin ardından devleti sekülarize eden müdahaleler toplumun özgürleşmesi, laikleşmesi ve medenileşmesi için bir zorunluluktu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın, tarikatlar ve cemaatler gibi türlü gerici unsurlarla işbirliği protokolleri yapması, destek vererek meşruiyet kazandırması çağdaş, laik ve açık toplum idealiyle asla bağdaşmaz.
Bakan Yusuf Tekin’in “Onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor” yaklaşımı bize eski cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay’ın 1969’daki şu sözlerini anımsattı:
“Bugünkü (1968-1969) -laik- okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu -laik- okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. On yıl sonra bunların hepsi işbaşına geçecekler. Onlara nasıl güvenebiliriz. Hem biz laik okullara karşı imam hatip okullarını ‘bir alternatif’ olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu imam hatip okullarında yetiştireceğiz.”
Ne yazık ki Cevdet Sunay’ın sözleri gerçekleşti. Laik, bilimsel eğitim veren okulların çoğu çökertildi. DİB, tarikatlar, imamlar bu okullara girdi, Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere “gözbebeğimiz” dediği okulları bitirenler devletin kilit noktalarına yerleşti.
Olan Öğretim Birliği içinde verilen laik ve bilimsel eğitime oldu. Son PISA sonuçlarında da görüldüğü gibi eğitimde nitelik oldukça düştü. Bırakın fen bilimlerini, çocuklarımız anadil Türkçede bile okuduğunu anlayamaz duruma geldi.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatarasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Cumartesi 6 Ocak 2024