reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN
reklam
Prof. Dr. Garip TurunçTÜM YAZILARI

SURİYELİ ALEVİLER: ESKİ REJİMİN “GÜNAH KEÇİSİ”

Yayınlanma Tarihi : Google News
SURİYELİ ALEVİLER: ESKİ REJİMİN “GÜNAH KEÇİSİ”
reklam

SURİYELİ ALEVİLER: ESKİ REJİMİN “GÜNAH KEÇİSİ”

Suriye’de en büyük mezhep ehlisünnettir. İkinci sırada Arap Alevileri, nüfusları %10-15 arasında ifade edilmektedir. Muhammed bin Nusayr kendisi ve takipçileri Cümbülani, Hasibi, Al Tabarani ve Makzun Sincari ve sonrası hepsi 12 imama tabiler ve bu öğretinin aynı zamanda daileridirler. İslami yorumları mezhepler içerisinde farklı tepki ve tartışmalara neden olsa dahi, gözden kaçan nokta Ehl-i Beyt öğretisinin bu dailer tarafından şimdiki Arap Alevi’si dediğimiz halka taşımışlardır. Aynı halk İslam öncesi binlerce yıl Irak, Suriye topraklarında mevcuttu. Nusayr dönemi akidsel olarak yedinci kubbeye denk gelir. Yani bunun öncesi diğer anlamda İslam öncesi altı zaman dilimi ve altı kubbe felsefe ve birikim var anlamına geliyor.

Tarihteki tüm birikimlerini Ehlibeyt ve Hz Ali manasında somutlaştırdılar. Ayrıntıya girmeden Aristotales, Platon, Zulkarneyn geçmişteki zaman dilimlerinden bugüne kadar devam eden kutsal değerler arsındadır. Bu akideye düşman olanların, Arap Alevilerinin salt Muhammed bin Nusayr’den algıladıkları tarzdan ibaret olmadıklarını ifade etmek için kabuğun kabuğu olan basit noktalara değinmekle yetinelim.

Akideleri dışında etnik yapıları hakkında en az inançları kadar spekülatif söylemler mevcut. Tüm söylemler gerçeği yansıtmaktan ve ispattan uzak duruyor. Yemen’den ya da genel ifadeyle Arap Yarım Adasından (Cezirat ul-Arabiye) geldiklerine ilişkin tek bir delil yoktur.  Aile şecerelerinin özgün Arap aşiretlerine bağlanması siyasi ve ekonomik ranta bağlıdır.

Emevîler hükümlerini Suriye’de kurduktan sonra Arap ve Müslüman olmayan Suriye toplulukları cebren hem İslamlaştı hem de Araplaştı. Dışında kalanlar baskıları sonucu ya yok oldu ya da Arap Alevileri gibi gizlendi, dağlara sığındı. Suriye halkı Emevîler öncesi Sümer’i, Asuri, Keldani, Süryani, Arami… Hristiyan olan ve olmayan kozmopolitik yapıya sahipti. Arap yarım adasından gelen Arap Aşiretleri tüm diğer ülkelerde olduğu gibi diğer topluluklara karışmamışlardır. Suriye’nin tüm coğrafyasında tek tek bilinirler ve çoğu bugün Suudi Arabistan yanlısı tutum almışlardır. Yani Arap Alevileri dediğimiz tarihi Suriye halklarına ait topluluklardan oluşuyor. Dilleri Arapçalaşmıştır. Diğer anlamda musteğreb (Araplaşmış) topluluklardandır. İslam öncesi felsefe ve bayramlarına baktığımızda Arap yarım adasına ilişkin bir tek bağlantı yoktur.  Felsefe ve inanç evrimi incelendiğinde Bilad ul- Nahreyn (Mezopotamya) coğrafyasına ait oldukları rahat bir şekilde anlaşılır.

***
Geçmiş tarihini kısaca hatırlatmaya çalıştığım o Suriye şimdi artık yok! Heyet Tahrir el-Șam’ın (HTŞ) 8 Aralık’ta Şam’ı ele geçirmesinden sonra sırada uluslararası toplumun Suriye’yi on yıllar önce Büyük Orta Doğu projesinde kurguladıkları yeni bir şekillendirmeye sokacaklar. Geçen 9 Ocak’ta, Roma’da Suriye’nin geleceği başlıklı toplantı yapıldı. Yani Suriye’nin geleceğini belirleyecek bir toplantı; ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’nın Dış İşleri Bakanları katıldı, ama Türkiye yok. Suriye ile 900 km sınırı olan bizim Türkiye’nin davet edilmemesi ilginç değil mi ?

Batı hâlâ terör listesinde çıkarmadıkları Colani’ye Suriye’yi teslim ettiler. Ve kamuoyuna “HTȘ çok iyi, Alevi-azınlık katliamı yok, bunu söyleyen abartıyor, provokatörlük yapıyor“ dedirttirmeye çalışıyor. Oysa yaşananlar eski rejimin kalıntılarıyla hesaplaşma meselesinin çok ötesinde. Yeni Suriye’yi şekillendirmek için eski rejimin günah keçisi olarak kurban gösterdikleri mezhebi bir nefretin şiddetli tezahürlerini görüyoruz.

“Alevi katliamı vardır, HTŞ de bundan sorumludur” diyebilmek için Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) gibi muhalif yapılardan bir haberin gelmesi mi gerekiyor?

Gazeteci Fehim Taştekin’in geçen hafta Duvar’daki “Suriyeli Aleviler: Ölüme bir nefes ötede” başlıklı yazısında bildiriyor: 23 Ocak’ta Humus’tan feci haberler geldi. HTŞ’nin günler öncesinde ilan ettiği operasyon vilayetin batı kırsalındaki Fahil, Meryemin, El Kabu, Hirbet el Hamam, Arkaya, El Şaniyye, Hadese ve Harkal köylerini hedef aldı.

SOHR gelişmeleri 25 Ocak’ta şöyle geçti: “Alevi, Şii ve Mürşidiye topluluklarına mensup sivillerin yaşadığı kasaba ve köylerde Askeri Operasyonlar İdaresi’ne bağlı yerel gruplar tarafından işlenen ihlaller, suçlar ve yargısız infazlarda dramatik bir artış yaşandı. Son 72 saatte öldürülen sivillerin sayısı 22’yi buldu.”

Bunun zeminini yıllardır hazırlıyorlar. Baas yönetimi için “Alevi azınlık rejimi” propagandası muhaliflerin söylemine yedirilmiş ve uluslararası toplumun bakış açısına da sirayet etmiş bir yalandı. Bunun kaynağı da 1970’lerden beri Müslüman Kardeşler’di. 1973’te Müslüman Kardeşler laik anayasaya karşı yürüttüğü savaşı “Nusayri (Alevi) yönetimine karşı cihat” diye çerçevelemişti. O günden beri rejimin bütün kötülükleri mezhepçi bir motivasyonla bir kesimin hanesine yazıldı.

***
Aleviler sistem içinde sırf Esad’ların lütfuyla dikey tırmanışa geçmedi. Evveliyatı var bunun. Baas’tan önce de Aleviler güvenlik birimlerinin yanı sıra sağlık, bayındırlık, içişleri bakanlıkları gibi kurumlarda üst düzeyde yer alıyordu. Aslında bu Fransız manda döneminde başlamış bir süreçti.

Aleviler devletten uzakta güven içinde yaşamayı tercih ediyordu. Bu mahrumiyet demekti ama güvende olmak birinci tercihti. Sosyal ve ekonomik statüleri zayıftı; Alevi emeği ötekilerin tarlasında ucuzdu. Fransızlar 1920’da sahilde Alevi Devleti kurdu. Devlet demek mümkün olmasa da… Alevilerin devletle ilişkilerini göstermesi açısından Mubayyid’in aktardığı şu bilgi önemli: Aleviler, Alevi Devleti’nde işgücünün yalnızca yüzde 4’ünü oluşturuyordu. Halbuki entite içinde nüfus dağılımında birinci sıradaydılar. Alevi Devleti sınırları içinde 101 bin Alevi, 94 bin Sünni, 34 bin Hristiyan ve 5 bin İsmaili yaşıyordu. Fransızların kontrol ettiği üst düzey kadrolarda çok azdılar. Fransızlar Suriye’yi 1922’de federal sisteme geçirirken Alevi temsilciler de Şam’da yönetim tecrübesi edindi.

Geleneksel olarak ticaret, siyaset ve sivil bürokrasiyi Sünni Araplar kontrol ediyordu. Sünni kentli kesimler ve toprak sahipleri çocuklarını orduya göndermezken askerlik kırsaldaki azınlıklar için ekmek kapısıydı. Yine de bu durum ordudaki Sünni subayları tahtından etmiyordu. Suriye ordusundaki subayların yüzde 31.8’i Sünni Arap, yüzde 22.7’si Kürt, yüzde 18.6’sı Hıristiyan idi. Çerkesler, Dürziler ve Aleviler ise her biri yüzde 4.5 oranıyla orduya katılmıştı. Hafız Esad’ın 1970’te üzerine basarak yükseldiği General Salah Cedid de Alevi’ydi. Yani Alevilerin devletle tanışmaları Esad’larla başlamadı. Evet, Esad döneminde kendilerini güvende hissettiler, 2011’den sonra da bir kader ilişkisi gelişti. Ama bu yakınlık Alevi toplumunun genelini selamete çıkaran bir şey değildi.

Özetle Alevilerin adı çıktı. Hallerinden memnun muydular, değildiler. Ses etmeleri de mümkün değildi. Potansiyel cellatlarıyla da iş tutamazlardı. Elbette muhalefete katılanlar da oldu, hapsi boylayanlar da… Mezhebi paydaşlıktan dolayı Esad rejimiyle özdeşleştirilmiş olmaları onlar için bir çıkmazdı. Bu özdeşleştirme ‘kollektif güvenlik’ karşılığında her türlü haklarını unutmayı telkin etti. Sisteme yakın olsalar da esasen talepkâr olamadılar. Esad saraydayken örgütlenemediler. Esad gitti ve en örgütsüz kesim olarak ortada kaldılar. Rejimin günahları da omuzlarına yıkıldı. Esad kaçarken Lazkiye’deki kutlamalara katıldılar; ‘bedeli hak eden azınlık’ olmaktan kurtulamadılar. Colani’nin yabancı heyetlere verdiği sözlerin sahada karşılığı yok. HTŞ’ye kefil olanların üç maymunu oynaması vaziyeti kurtarmıyor. Sadece Alevilere değil bütün Suriye’ye kötülük ediliyor, ülkenin geleceği karartılıyor…

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

Bordeaux, Salı 4 Șubat 2025

reklam
Verified by MonsterInsights