

ADI GİBİ İÇERİĞİ DE ESKİ “MÜFREDAT” MODELİMİZ
MÖ yaşamış olan filozof, tragedya yazarı ve devlet adamı Seneca, ‘Mutlu Yaşam Üzerine’ adlı eserinde şu tespitte bulunur :
“Kaypak kanaatleri değişince, insanlar kendi seçtikleri praetor’ların (lider, önder) seçilmiş olmalarına şaşırır.”
Günümüzde biz de böylesi bir şaşkınlık ve mutsuzluk içinde değil miyiz? Toplum olarak şimdilerde içinde bulunduğumuz durum geçmişten günümüze uzanan yanlış seçimlerin sonucu değil midir? Ekonomik çöküntü, dinsel fırsatçılık ve dört bir yanımız şiddet sarmalında… İnsanın insana, insanın hayvana uyguladığı şiddet… Dünya milletlerinin tersine üretilen “icat politikalar” ve ülkemize yıkımları… Ekilen tohumların hele de AKP iktidarı döneminde hızla boy vermesiyle bağlantılı değil mi yaşadıklarımız? AKP’nin yıllar içinde hızla yazboz tahtasına çevirdiği eğitim sisteminde, laiklik ilkeleriyle bağdaşmayan uygulamalara alan açma çabalarında yatmıyor mu bu kaymalar, kırılmalar, saniyesi saniyesine uymayan söylemler, bakışlar, görüşler?
***
22 yılda iki kuşak AKP iktidarıyla büyüdü. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’in bilimsiz sisteminde öğretmen, öğrenci denek gibi… “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adıyla sunulan taslak, adından başlayarak dil özeni gösterilmeden Arapçaya, yabancı sözcüklere boğulmuş bir taslak. Sanki bu müfredatı hazırlayanlar kamuoyuna açıkladıkları metnin akıl ve mantık açısından ne kadar tutarsız olduğunun farkında değiller. Kendi âlemleri akıl ikliminden farklı, kuvvetli bir rasyonel eleştiriyle karşılaşacaklarını görmüyor ve görseler de umursamıyorlar. Müfredat değişikliği, uygulanmayan anayasa, kanuna uymayan mahkemeler, ekonomik ve sosyal politikalar gibi, rasyonel gerekçeleri olmayan, ‘değerlere’ dayanan, ideolojik olarak kılıflanan ‘yeni’ Türkiye gündeminin bir parçası. Cumhuriyetin akılcı lâik temellerine karşı dinî değerlere, İslâm dinine bağlayıcı rol atfedilen ‘bizim medeniyetimiz’ kavramına dayanan bir çıkış söz konusu. Müfredat taslağı bu bütünün önemli bir parçası olarak zaten dünya işlerini ve bu arada eğitimi akıl üzerine değil bir ‘medeniyet’ yorumu üzerine inşa etmek istiyor. Bu söylem Hristiyanlığın merkezde olduğu bir Batı medeniyeti kavramından, Haçlılarla mücadeleden ziyade modern zamanların akılcılığı dayanak edinen laik kültürü ile sorunlu. Modern bilimin, özellikle doğa bilimlerinin ve genel olarak gözleme dayanan bilimin anlaşılmadığı, temelindeki kanıtlama gereğinin, dünya bilgisine dayanma, gözleme, soruşturma (tahkik), sağlama yapma gereğinin önemsiz veya ikincil addedildiği bir anla(ma)yışla, ‘değerlerimiz’ ‘kalp’, ‘gönül’, ‘ruh’ olarak akıldan önce geliyor. Vicdan ve ahlâk da akıldan ayrı, dünya işlerinden ayrı, ilâhi buyruğa dayanan ‘değerler’ olarak sunuluyor. Öte yandan da bilimin elde ettiği sonuçların ‘değerlerimiz’ ile bağdaştığı iddiası ve boş inancı ‘değerlerimizden’ bilim ve teknoloji türetecek bir nesil yetiştirme hedefi de söylemin içinde yer alıyor. Modernlik iddiasındaki siyasal İslam’ın içinde, bu yaklaşımın tabiatı icabı bir paradoks olarak, bilimin araştırma yaparak ulaştığı sonuçların, ya da bu sonuçların doğru olamayacağı bilgisinin Kur’an’da zaten bulunduğu iddiası da ortaya çıkıyor. Bu konularda MEB’in taslağı açık ve direkt bir sunum yapmıyor, zaten karışık, muğlâk bir metin. Eğitimcilerin büyük çoğunluğu bunun pedagojik değil ideolojik bir program olduğunu, asıl amacın dinsel kavramları laik eğitime karıştırmak olduğunu söylüyorlar.
Görülen de o ki bir grup, hâlâ insan hayatında ahlâk ve dinin, psikolojik, felsefi ve sosyolojik olarak önemli olduğunu kavrayamamış görünüyor. Oysa bu kesim, meselâ Oscar Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi”nde vicdan, Patrick Süskind’in “Koku”sunda” benlik, kimlik, Dostoyevski’nin “Yeraltından Notları”nda akıl-mantık ve irade, Max Frisch’in “Homo Faber”ında bilim ve teknolojinin hayatı programlamada aciz kaldığı insanlık hâlleri ve Tolstoy’un “Kreutzer Sonat”ındaki aşk, beden ve ruh gibi sorunlara kafa yorsaydı ya da Byung-Chul Han’ın “Zamanın Kokusu”, Enfokrasi Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi”, “Şeffaflık Toplumu”, “Palyatif Toplum”, “Psikopolitika” gibi kitaplarındaki modern çağa, teknolojiye, dijitalleşmeye, hıza, şeffalığa, mekanikleşmeye yönelik eleştirilerini okusaydı, dünyadaki ve Türkiye’deki gidişin hiç de iyi olmadığını, bunun eğitimi de olumsuz etkilediğini görür ve ona göre eleştiriler yaparlardı. Buna karşılık Türkiye’de ‘muhafazakâr’ kesim de işin sadece görüntüsünde. Asıl tehlikeden bihaberler, tek hedefleri var: Sonucunu düşünmeksizin, önlemler almaksızın ve işin felsefesine hiç kafa yormaksızın bu mekanik, dijital çağa ve hıza ayak uydurmak!.. Aslında böylece söyledikleriyle çelişiyorlar. Ve kendi bildiklerini okumaktan vazgeçmiyorlar.
Geçen hafta yeni müfredatın önümüzdeki eğitim yılında kademeli olarak uygulanmaya başlayacağı haberlerde yer aldı. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Cihad Demirli de, “Yeni müfredat taslağı hakkında iletilen tüm görüş-öneriler, özenle değerlendirildi. Görüş ve öneriler, şeffaflık, bilimsellik ve katılımcılık ilkelerinin gereği olarak değerlendirilerek öğretim programlarına yansıtıldı”ğını söylüyor. Gayet tabii ki eğitimciler bu yeni müfredatın ‘Meşruiyeti yoktur’/‘Derhal çekilmelidir’ diyerek tepki gösteriyor. Öyle ya; çağı yakalamak, öğrencileri aşırı yükten kurtarmak gibi sözler edip laik eğitimden, Cumhuriyetten, Atatürk’ten söz etmemek ne demek?
***
Türkiye’de eğitimle ilgili birçok sorun var ve bu sorunlar bir türlü çözülmüyor. Milli eğitim bakanları değişiyor, sınav sistemleri, müfredat programları değişiyor, “şûralar” toplanıyor, ancak eğitim sorunları çözülemediği gibi daha da büyüyor…İmam hatipler yurt geneline bir güzel giydiriliyor…. Gelinen noktada eğitim artık tam anlamıyla “kul” yetiştirmeye endeksleniyor… Okullarda, hastanelerde bile Kuran kurslarının önü açılıyor. “Dindar-kindar” eğitim programıyla çocukların geleceği karartılıyor.
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” MEB tarafından yaklaşık bir yıl önce ortaya atılan “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” projesinin devamı niteliğindedir. ÇEDES, ülkedeki eğitim sistemini laiklikten uzaklaştırmaya, dini temele oturtmaya çalışan bir proje. Çevreymiş, değermiş! Dindar kindar nesil güdümlü bu projeyle öğrencilere derste neler öğretiliyor neler? Kars’ta ortaokulda sınıfta mezar maketi kurup, 11 yaşındaki öksüz öğrenciyi seçip, maket başında ağıt yaktırıp, iki gözü iki çeşme ağlatmanın nesi eğitim? Isparta’daki ortaokulda ellerine bıçak verilen çocuklara, oynamaları gereken oyuncak kuzuyu kurban gibi kestirdiklerini unuttunuz mu? Filistinlilerin öldürülmesini canlandırmaları için Yozgat’ta el kadar ortaokul öğrencilerinin, ellerini kelepçeleyip, üste bir de ölüme gülümsemeleri istenip, güldürdüler. Kars, Yozgat, Isparta derken vahşetin son adresi, eğitimin başkenti İstanbul oldu.
Küçükköy Anadolu İHL’de 5 öğrenci yere yatırılıp, üstleri kefenle örtüldü, kefenle! Bu ilk kefenli gösteri miydi? Hayır. Birçok ilde, yıllardır ve sayısız kez yapıldı. Bu tiyatro oyununun yönetmeni kim? Filistin’de yaşanan savaşın tüm okullarda, canlandırmalı tiyatro gösterisi yapılması için resmi yazılı emir veren MEB! Şaşırdık mı ? Hayır. Kefenli, ağıtlı, kılıçlı savaşlı, mezarlı, gözyaşlı bu görüntüler ne ilk, ne de son olacak. Okullarda, pedagojik cinayetler işleniyor. MEB, çocukların taze zihinlerini öldürüp, kefenliyor. Vicdansız eğitimin hangi kitapta yeri var?
Normal eğitim bilimseldir, gözleme ve kanıta dayanır, durmadan ilerler ve gelişir. Dinsel eğitim ise inanca dayanır, Peygamberlere “inmiş” olan özgün hali en mükemmel halidir, ne ilerler ne de gelişir. Olsa olsa derinleşir. Bu ikisini aynı torbaya koymak her iki cephede de kafa karışıklığına yol açar.
Ayrıca, bu “Maarif Model”ini, kuruluşundan bu yana üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin yayınları ile, mesela 2008 Mayıs’ında yayımlamış olan “Kültürlerarası Diyalog Beyaz Kitabı”nda önerilenlerle karşılaştırdığımızda endişemiz pekişmektedir.
Bu yayında önerilenler arasında şu maddeler yer almaktadır: i-) Amaç din eğitimi değil, dinleri ve diğer inançları öğretmektir; ii-) Din öğretimi tarafsız olmalıdır; iii-) İyi belgelenmiş bir temele dayanan gerçekler sunulmalı, bilim alanındaki en iyi araştırmalardan yararlanılmalıdır.
***
AKP, eğitim sistemine yaptığı müdahale ile düşünsel ve inanç özgürlüklerinden yana olmadığını; yalnızca bir tek din, hatta bir tek mezhep anlayışı ve o anlayışa uygun kamusal ve özel yaşam dışında hiçbir kültüre yaşam hakkı tanımayacağını bir kez daha göstermiştir. Gelecek kuşakları şükür ve biat eden kitleler haline getirme gayesi modern eğitimden kopuşun işaretleri değil de nedir? Türkiye; ulusal olmayan değerlerle tek din çatısı altında tebalaştırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu niyete resmiyet kazandırma girişimlerinin sonuncusudur.
Önümüzdeki eğitim yılında kademeli olarak uygulanmaya başlayacak bu öğretim modeliyle, gençlerimizi, ülkenin sorunlarına çözüm bulacak kimseler olarak yetiştirmenin imkânsız olduğunu belirtmeliyiz. Bunu ancak 100 yıl önce Cumhuriyetimizi kurarken ulusça gösterdiğimiz kararlılık, basiret ve ferasetle gerçekleştirebiliriz.
Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk adlı kitapta Prof. Dr. Macit Gökberk Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk başlığı altında kaleme aldığı makalesinde, onun çağdaş eğitim üzerine görüşlerini yansıtır. Atatürk’ün 27 Ekim 1922’de Bursa’da İstanbul’dan gelen öğretmenlere söyledikleri aslında bugün bir değil, bin kez vurgulanması gereken gerçeklerdir. Bir daha ve bir daha okuyalım, paylaşalım günümüze ve geleceğe ışık tutması umuduyla…
“Akla uygun hiçbir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında direnip duran ulusların ilerlemesi çok güç olur. Belki hiç olmaz. İlerlemek yolunda bağları ve koşulları aşamayan uluslar çağa uygun, akla uygun bir yaşam içinde olamazlar; genel yaşamda görüşü geniş olan ulusların ellerine düşüp onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar.
(…) Bütün bu gerçeklerin ulusça iyi anlaşılması ve içe sindirilmesi için her şeyden önce bilgisizliği gidermek gerekir. Bunun için öğretim programımızın, eğitim davranışımızın temel taşı, bilgisizliği gidermek olmalıdır. Bu bilgisizlik giderilmedikçe yerimizde sayacağız. Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor demektir.
(…) İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı içinde yaşayacağız. Bu yaşama da ancak bilgi ile, teknik ile olur. Bilgi ve teknik nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bir insanının kafasına koyacağız. Bilgi ve teknik için başka bağ, başka koşul yoktur.”
***
Eğitim sistemimizi ileriye götürdüğünü iddia eden yeni modelin adındaki “maarif” kelimesi bile modelin ileriye değil geriye gitme hevesini açıkça ortaya koymaktadır. Nizamiye Medreselerinin başına getirilen Gazali, Farabi’yi ve İbni Sina’yı aklı ön plana çıkardıkları gerekçesiyle dinsiz ilan etmişti. Eğitim sistemimizdeki son uygulamalar da Gazali dönemine dönüştürüyor.
Birçok uzman apar topar getirilen bu yeni sistemin zaten uygulanamayacağını düşündüğü için yaşananlara fazla aldırmıyor. Doğru bir yaklaşım değil. Uygulansa da uygulanamasa da müfredat eğitimdeki en temel ihtiyaçtır ve varlığı, yokluğu ya da eksikliği bir eğitim yılı için dahi çok önemlidir. Türkiye, yıllardır yaşandığı gibi yeni bir hercümerç, dağınıklık, belirsizlik ve neticede eğitimde kalitesizlik halini kaldıramaz. Vakti yok, kaynağı yok, yetişmiş kaliteli öğrencisi hemen hemen hiç yok. Müfredatın kapağı açılmışsa o mükemmel olmak zorundadır. Hatta herkese örnek ve model olacak kaliteyi yakalamış olmalıdır.
Bugün dünyanın en geri eğitimi veren ve çocuklarına en az şey öğreten ülkeleri arasındayız; yarın bu müfredatla nerede olacağız? Yeni bir müfredata ihtiyacımız olduğu kesindir ama bakanlık bunu kendi kelimeleriyle nasıl tanımlıyor? 10 ya da 20 yıl sonraki gençler, yeni müfredat sayesinde bugünkü sistemin kendilerine veremediği neyi almış olacaklar?
Üniversite öncesi eğitimde çok az oranda öğrenciyi gerçek anlamda öğrenci yapabiliyoruz. Üniversitelerin durumu ise malum. Bu şartlarda hazırlanan bir müfredatın güçlü iddiaları taşıması gerekir. Büyük bir dönüşüm iddiasını içermesi mutlaka gerekir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu duyguyu vermiyor. Metinde aksi yazıyor olsa da “Çağın gereklerini yakalamış, yaratıcı, sorgulayıcı bir model” kanaati yansımıyor.
Eğitim sistemimizi çağdaş ilkeler yerine, çağın çok gerisinde kalan bir model üzerine oturtmak ve çocuklarımızı ve gençlerimizi çağdaşlıktan uzaklaştırmayı hedef alan bir eğitim sistemine tabi tutmak ne denli akılcı bir yaklaşımdır? Yoksa AKP iktidarının hedeflediği, çağdışı bir eğitimle toplumumuzu yeniden Osmanlı dönemine geri götürmek hevesi midir? Böyle bir duruma, Atatürk’ün izinden gitmeye ant içmiş aydınlar olarak bizler kesinlikle izin vermeyeceğiz.
Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazartesi 27 Mayıs 2024