”DÜNYAYI GÜZELLİK KURTARACAK BİR İNSANI SEVMEKLE BAŞLAYACAK HER ŞEY…” SAİT FAİK
Burgazada’ya gidince, motordan iner inmez yazarın heykeli karşılar bizi ”hişt hişt” der gibi…
Adada yaşadığı evi her ziyaret ettiğimde, önce bahçedeki heykelinin önünde durur, sonra bahçeyi gezer, Kalpazankaya’da denizi seyrettiğini düşünürüm. Sait Faik ve ada özdeşleşmiştir adeta…
Yazar, Türk hikayeciliğinde önde gelen, çağdaş hikayeciliğe yaptığı katkı ve yeniliklerle edebiyatımızın köşe taşlarından…
Klasik öykü tekniğinden çıkarak batıdaki gelişmelerle sınırlamadan, edebi anlayışların etkisinde kalmayıp, şiirsel, yalın ve samimi bir dille doğayı, bütün yanlarıyla insanları anlatan, öykücümüz ve yazarımızdır.
Bireyin toplumdaki sorunlarını, arzularını, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini, çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını, balıkçı, işsiz, tacir, kıraathane sahibi gibi karakterleri ele almıştır. 1929 yılında yazmaya başlayan Sait Faik, şair duyarlılığı ile yazdığı eserleri kendine özgü şekilde kaynaştırmış ve heyecanını yansıtmıştır.
Andre Gide, Comte de Lautreamont, Jean Genet’ten etkilenmiş, kendisinden sonra gelen yazarlardan Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü’ye ilham vermiştir.
18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda doğan, 11 Mayıs 1954’te 47 yaşında kaybettiğimiz hikaye yazarı, romancı şair.
Adapazarı’nda doğan yazara Mehmet Sait ismi verilmiş, daha sonra ismine babasının adını ekleyip Mehmet’i atarak Sait Faik adını kullanmaya başlamış ve Abasıyanık soyadını almıştır.
İlköğrenimini yabancı dilde eğitim veren Rehber-i Terakki isimli özel okulda tamamladı. Rehber-i Terakki’yi bitirdikten sonra Adapazarı İdadisine girmiştir. 1920’deki Yunan işgali nedeniyle eğitimine ara verip, işgal sona erince Adapazarı’na dönüp, eğitimine devam etmiştir.
Sait Faik, çocukluğunda “haşarı bir burjuva çocuğu” olduğunu yazmıştı.
Ailesiyle İstanbul’a taşınınca (1924) İstanbul Erkek Lisesi’ne başlamış, onuncu sınıfa kadar devam ettiği okuldan Arapça öğretmeni Seyit Salih Efendinin sandalyesine iğne koydukları için, kırk bir arkadaşıyla birlikte atıldıktan sonra Bursa Erkek Lisesi’nden mezun olmuştur.
İlk hikayesi İpekli Mendil 19-15 Sayılı Varlık dergisinde yayınlandı (1934).
Uçurtmalar ve Zemberek hikâyelerini de Bursa’da kaleme alan yazar, liseyi bitirip İstanbul’a döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne iki yıl devam edip, Uygurca öğrenmek istemediği için ayrıldı.
Uçurtmalar hikâyesi, Milliyet’te yayınlandı (1929).
Sait Faik, İstanbul Üniversitesinde öğrenciyken sık sık Beyoğlu’nda dolaşıyor, Şehzadebaşı kıraathanelerine gidiyordu. Sanat ve edebiyat çevreleriyle o günlerde tanıştı.
9-23 Eylül 1930’da on öyküsü ve bir yazısı Hür Gazete’de yayımlandı. 1931’de ekonomi tahsili için İsviçre’ye gitti. 15 gün sonra oradan ayrılarak Fransa’nın Grenoble kentine geçti.
Burada başıboş gezerek edebî şahsiyetini bulmaya çalıştığını söylemişti…
Fransızca öğrenmek için Champollion Lisesine devam etti. Üç yıl kaldığı Fransa’da üç dönem Grenoble Ünv./Edebiyat Fakültesi’ndeki öğrenciliği sırasında Paris, Lyon ve Strazburg’u ziyaret etti, Kısa bir süre Milano’ya amcasının yanına gitti. 1934 yılında İstanbul’a dönerek Nişantaşı’ndaki aile apartmanında (Rumeli Apartmanı) kalmaya ve Halıcıoğlu’ndaki Ermeni Yetim Mektebinde Türkçe öğretmenliğine başladı. Okul idaresi ile yaşadığı problemler nedeniyle öğretmenlikten ayrıldı. Babasının (Mehmet Faik) kendisine açtığı zahire alım satım dükkânını altı ay sonra babasına teslim etti.
Sait Faik bu arada yazmaya devam ediyor, Andre Gide’dan çeviriler yapıyordu. Varlık’ta Fransa anılarını içeren öyküleri Varlık dergisinde yayınlandı.
1936 yılında ailesinin desteği ile ilk hikâye kitabı Semaver’i çıkardı. Yazar, yazdıklarının beklediği ilgiyi görmemesi nedeniyle küskünlük ve kırgınlık duyuyordu. Babasını ağır bir bronşit krizi nedeniyle kaybettikten sonra (1938) kışları Nişantaşı’nda, yazları da Burgaz’daki köşklerinde kalmaya devam etti.
Semaver’deki gibi Adapazarı ve Bursa’daki çocukluk günlerini, İstanbul ve yurt dışındaki gözlemlerini içeren 16 hikayesinin yer aldığı ikinci kitabı Sarnıç’ı 1939 yılında çıkarttı. Sait Faik, 1940 yılında yayınlanan üçüncü hikâye kitabı Şahmerdan’daki Çelme hikâyesinde halkı askerlikten soğutmakla suçlanarak askerî mahkemeye verildi. Varlık Yayınları’nın sahibi Yaşar Nabi Nayır, dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Münir Paşa’yla temasa geçerek Sait Faik’e destek bulmaya çalıştı. Öykü, 1937’de Kurun gazetesinde, 1940’ta Varlık dergisinde yayınlandı.
Orhan Veli Kanık yazara bir mektubunda;
“… bu arada Çelme hikâyesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim.”
diye yazmıştır.
Davadan beraat eden Sait Faik, yargılanması ve bu olayın annesini çok üzmesinden dolayı uzun süre kitap çıkarmadı.
Haber-Akşam Postası gazetesinde muhabirlik ve mahkemelerde röportaj yaptı. Yazdığı hikaye tadındaki röportajları Mahkeme Kapısı ismiyle kitaplaştırdı (1956).
1940-1948 yılları arasında Yürüyüş, Büyük Doğu, İnkılapçı Gençlik, Servet-i Fünun ve diğer dergilerde hikâyeler yayınladı. 1940-1941 yılları arasında, Yeni Mecmua dergisinde (75-95. sayıları) 19 bölüm hâlinde yayınladığı Medarı Maişet Motoru’nu Yokuş Kitabevi’nin sahipleri Agop Arad ve Burhan Arpad’ın yardımı ve annesinin maddi desteğiyle yayınladı (1944).
Çelme olayının ardından, Medarı Maişet Motoru da asılsız bir ihbarla Bakanlar Kurulu kararı ile toplatılınca yazın hayatı tekrar yavaşlayan yazar o günleri balığa çıkarak veya aylak aylak gezinerek geçirdi. Sık sık Beyoğlu’na gidiyor, Şişli’de İkbal Apartmanı’ndaki evlerinde ya da adada annesinin yanında kalıyordu. Bu kırgınlık ve yalnızlık döneminin etkisini taşıyan hikayelerin yer aldığı Lüzumsuz Adam yayınlandı (1948).
1945 yılında rahatsızlanan yazara Siroz teşhisi konuldu (1948). 1950 yılında Mahalle Kahvesi yayımlandı. Hastalığı ilerleyince 31 Ocak 1951’de Paris’te gidip tedavinin ağırlığı nedeniyle beş gün sonra geri döndü. Yolculuğun ardından büyük bir umutsuzluğa düşen Sait Faik aynı zamanda yazarlık kariyerinin en verimli günlerini geçiriyordu. Havada Bulut ve Kumpanya (1951), Havuz Başı ve Son Kuşlar yayınlandı (1952).
Mark Twain Cemiyeti (ABD) yazara çağdaş edebiyata yaptığı katkılar nedeniyle onur üyeliği verdi (1953).
İkinci romanı Kayıp Aranıyor ve Şimdi Sevişme Vakti (şiir) basıldı. (1953). Bunları Alemdağ’da Var Bir Yılan, ve Georges Simenon’un Yaşamak Hırsı çevirisi izledi (1954).
Yemek borusu kanaması nedeniyle komaya giren ve (5 Mayıs) Şişli’deki Marmara Kliniğine kaldırılan yazar 11 Mayıs 1954’te burada hayatını kaybetti. Aynı yıl, Az Şekerli kitabı yayımlandı.
Eserleri ile kişiliği arasında yakın ilişki bulunan sanatçı, hayatı boyunca çevresine uyum sağlayamamıştır. Hikâyelerindeki karakterlerde olumsuz yön aramaması ve onları iyi yanları ile göstermesinin sebebinin, ideale ulaşma arzusu olduğu söylenir.
Yaşar Nabi Nayır yazar için; ”Aristokrat değildi. Halktan üstün görünmeye çalışandan hoşlanmazdı. Herkes gibi olmak, herkese uymak isteği onda sonradan edinilmiş bir his değil, doğuştan gelme bir tabiattır.” diye yazmıştı.
Ölümüne dek annesi ile birlikte yaşayan yazar, yaratılışındaki uyumsuzluk nedeniyle uzun süreli dostluklar kuramasa da Burgaz Adası’ndaki balıkçılar ve esnafla zaman geçiriyordu. Sait Faik, sanat dünyasından pek çok isimle (Hüsamettin Bozok, Özdemir Asaf, Orhan Kemal, Mücap Ofluoğlu, Adalet Cimcoz, Oktay Akbal, İlhan Berk, Orhan Veli, Tarık Buğra, Abidin Dino) yakın arkadaştı.
Sevgide evrenselliği yakalayan yazar; dil, din ve millet farkı gözetmeksizin insanlara eşit yaklaşmıştır.
Sınıf çatışmalarına yönelik ideolojik sanatın dışında kalan yazar, kavgasız, şikâyetsiz küçük insanların mutlu dünyasını resmetmiştir. Küçük adamları edebiyatımıza yerleştiren, bilinmeyeni gösteren, güçlü bir akım hâline getiren, hikâyeler yazmış, çalışana duyduğu sevgiyi soyutlayıp insan sevgisine dönüştürmüş, öykülerinde kişilerin iyiliğini ve onları ne kadar sevdiğini anlatmıştır. Yazarın, eserlerindeki diğer bir özellik şiirsel dilidir. Sanatçı bir mektubunda bu konuyla ilgili olarak;
”Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.”
yorumunu yapmıştır. Ayrıca yazarın Alemdağ’da Var Bir Yılan eseriyle sürrealizme geçtiği söylenmektedir. Sait Faik’in Medarı Maişet Motoru (1944) ve Kayıp Aranıyor (1953) adında iki romanı vardır.
Yazar, ilk romanının toplatılmasının ardından 11 Kasım 1949’da yaptığı bir konuşmada:
“Medarı Maişet isminde bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı toz pembe görmüyorum diye mahkeme parası ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!”
demiştir.
Ömrünün son on senesinin çoğunu adadaki köşkte geçiren sanatçı, yaşamının son yıllarında çeşitli edebiyat matinelerine katılıyordu. Yazar annesine mallarını kimsesiz çocuklar için Darüşşafaka’ya bağışlamayı teklif etti. Sait Faik’in ölümünden sonra annesi mal varlığının çoğunu ve yazarın eserlerinin telif hakkını bu cemiyete bırakarak, her yıl yılın en iyi öyküsünün seçileceği Sait Faik ve Makbule Abasıyanık Hikâye Mükafatı vermesini istedi. İlk kez 1955 yılında verilen ödül, 1964 yılından itibaren Darüşşafaka Cemiyeti tarafından düzenli olarak verilmektedir.
Her yıl ölüm yıldönümü 11 Mayıs’ı izleyen ilk pazar günü Burgaz Adası’nda “Sait Faik’i Anma Günü” düzenlenmekte ve Sait Faik Hikâye Armağanı verilmektedir.
Yazarın Burgaz’daki evi ölümünden sonra müzeye dönüştürülmüştür. Müze, yazarın vasiyetiyle ücretsiz olarak hizmet vermektedir.
Hikayeleri:
- Semaver (1936)
- Sarnıç (1939)
- Şahmerdan (1940)
- Lüzumsuz Adam (1948)
- Mahalle Kahvesi (1950)
- Havada Bulut / Kumpanya (1951)
- Havuz Başı / Son Kuşlar (1952)
- Alemdağ’da Var Bir Yılan / Az Şekerli (1954)
- Tüneldeki Çocuk (1955)
- Şimdi Sevişme vakti (1953) (Şiir)
Roman:
- Medarı Maişet Motoru (1944) / İkinci baskısı Bir Takım İnsanlar adı ile (1952)
- Kayıp Aranıyor (1953)
Çeviri:
- Yaşamak Hırsı, Georges Simenon (1954))
Röportajları:
Mahkeme Kapısı (1956)
Diğer:
- Vesikalı Yarim-Lütfü Akad-1968 (Lüzumsuz Adam’daki Menekşeli Vadi hikâyesi)
- Ağlayan Melek-Sefa Önal 1970 (Medarı Maişet Motoru)
- Irmak-Lütfü Akad (Şahmerdan/Mahpus hikayesi)
- Müthiş bir Tren hikayesi-Metin Erksan (1975)
- Kumpanya hikayesi Tuncel Baytok ve Tanju Turunç (1975).
- Kayıp Aranıyor romanı ve Baba-Oğul hikayesi Safa Önal -Televizyon filmi (1981)
- Havada Bulut Ayfer Tunç-Dört bölümlük TV dizisi (2003)
- Papatya ile Karabiber-Ümit Efekan 2004 (yazarın hikayelerinden Sefa <önal tarafından senaryolaştırıldı.)
- İpekli Mendil hikâyesi Yalçın Kümeli tarafından kısa film (2006).
- Mahalle Kahvesi Ali Tansu Turhan (2014), Öyle Bir Hikâye-Müjdat Çetin (2017)
- Medarı Maişet Motoru’ndan esinlenilerek İkimize Bir Dünya filmi-Yılmaz Akdeniz (2016).
- Yazarın hayatını anlatan Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye isimli tek kişilik oyun Savaş Dinçel ve yine Macit Koper rejisi ile İstanbul Şehir Tiyatroları’nda (1993) ve Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi (2008).
- Benden Hikâyesi: Sait Faik Abasıyanık Belgeseli, Sait Faik’i, hikâyelerinden kurgulanmış metinler ve röportajlar-Onur Barış (2019).
Nurhan Özgel