ERDOĞANİZMA SİSTEMİNİN “ÇÖZÜLÜȘÜ”NÜN SON SAHNELERİ
Amerikalı, tarihsel sosyoloji alanında bilim adamı Immanuel Wallerstein, “Amerikan Gücünün Gerileyişi – Kaotik Bir Dünyada ABD” başlıklı kitabında çok çarpıcı şu soru ile açılış yapar:
“ABD’nin önümüzdeki on yıl içerisinde dünya meselelerinde tayin edici güç olma konusunda gerilemeyi sürdüreceğine pek şüphe yok. Asıl soru, Amerikan hegemonyasının azalıp azalmadığı değil, ABD’nin zarafetle, dünyaya ve kendisine asgari zararı vererek düşmenin bir yolunu bulup bulamayacağıdır.”
Wallerstein’in bu ifadelerini, bugün Türkiye’de de AKP bağlamında işlerliğe sokmanın uygun olacağı kanısındayım. Bu memleketin ufkunda partinin bir “hegemonik parti” olarak yükselişi ve o yükselişten sonra şimdi bir düşüş yaşıyor. Esas itibariyle 2015 yılında 7 Haziran seçimleriyle başlayan düşüş süreci iyi analiz edilip toplumun verdiği mesaj doğru okunamadığı için, kaybetme psikolojisi giderek bir travmaya dönüşmüş bulunuyor.
Belli aralıklarla seçmenin yaptığı uyarıları dikkate almayan AK Parti, sonunda 31 Mart seçimlerinde yaşadığı hezimetle yüzleşmek zorunda kaldı. Ve bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından dillendirilen “Hatalarımızı düzeltmeliyiz, yoksa güneşin altında eriyen kar gibi eririz” sözleriyle yeni bir toparlanma umudu ortaya çıktı.
Ama ne hikmetse bu toparlanma söylemlerinin ömrü de kısa sürdü. Çünkü AK Parti ilk kez hiç yaşamadığı bir mağlubiyet travmasıyla karşı karşıyaydı, kuruluşundan bu yana hep galibiyetlerin partisi oldu, bu yüzden de kaybetmenin yarattığı psikolojik tahribatı nasıl yöneteceğini bilmiyordu. Nitekim ‘yumuşama’ işine bozulan Bahçeli önce “AK Parti-CHP ittifak kursun” diyerek AK Parti’ye aba altından sopa gösterdi, sonra da normalleşme adımlarını ‘sinsi emeller’ olarak niteledi. Mesajı alan Erdoğan da doğrudan Özgür Özel’e yüklenerek “Bir kibarlık getirelim dedik, CHP’nin başındaki arkadaş bizi hazmedemedi” diyerek yumuşamayı bitiren son noktayı koydu.
Evet, Erdoğanizma sistemi, Türkiye’nin sorunlarını çözemediği için çözülüyor.
Şimdi asıl mesele bu “çözülüş”ün nasıl olacağı…
***
Ana muhalefet partisi yerel seçimleri birinci parti olarak açık biçimde kazandı. Üstelik bu yerel seçimler sadece yerel dinamiklere göre oynanan bir oyun olmaktan çıktı ve aslında ulusal bazda iktidara uyarı ve ders vermek isteyenlerin tepkisi ön plana geçti. Diğer bir deyimle yerel seçimler aslında siyasi iktidara bir “sarı kart” mahiyetindeydi ve bunun anlamı açık biçimde, eğer işler iyiye gitmezse ilk genel seçimlerde siyasi iktidara “kırmızı kart”a dönüşecek olması.
***
O halde ana muhalefet ciddi bir hata yapmazsa, bu kez ilk genel seçimlerde bu siyasi iktidarın gidici olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Sayın Erdoğan da sanırım bu olgunun farkında. Önümüzdeki seçimlerde iktidardan düşmemek için en iyi bildiği ve şimdiye kadar işe yarayan taktikler hemen devreye alınmış gibi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yine karşısındaki adayı “seçerek”, bu kez Özgür Özel‘i rakip olarak çıkartıp, seçimleri bir kez daha alıp götürerek iktidarda 5 yıl daha kalabilmek.
Nitekim siyasette kendisine rakip olarak sadece CHP genel başkanı Özgür Özel’i muhatap alarak ve onu pohpohlayıp ön plana çıkararak, vakti zamanı gelince onun da Kemal Kılıçdaroğlu‘nun yaptığı hatayı yapıp ve “gaza gelip” aday olmasını sağlamaya çalışacak gibi görünüyor.
Genel başkan Özgür Özel’in yakın ekibi de, sanki salt Erdoğan iktidarından “aferin” almanın ve derin devlet “statüko”sundan onay almanın “meşruiyetine” ihtiyacı varmış gibi, siyaseten içi boş bir normalleşme ile boşa enerji harcadı ve halen de harcıyor. Üstelik bu “normalleşme” söylemi ana muhalefet partisine siyaseten hiçbir şey kazandırmadığı gibi, aslında ağır bir seçim yenilgisi almış iktidara bir tür “yaşam öpücüğü” vermiş oldu.
Diğer bir deyimle birkaç aydır siyaseti meşgul eden bu “normalleşme” CHP genel başkanının kendi kişisel PR’ına biraz katkı sağladıysa da aslında partisi için bariz eksi yazdı. Üstelik seçimden ağır hasarla çıkmış iktidara ise ofsayttan gol yazdı. Buna değer miydi emin değilim.
***
Tabii ki müzakereler yapılabilir, görüşmeler yapılabilir, ama nihai hedefiniz, oradaki stratejiniz, buradan elde etmeyi umduğunuz fayda nedir. Bunu ortaya koymak lazım. Bir kere ülkede normal bir düzen işlemiyor ki. Yani şimdi demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işliyor olsa, hukuk her alanda cari olsa, hukukun üstünlüğü uygulanıyor olsa, elbette muhalefet iktidar bir araya gelip ülke meselelerini müzakere ederek bir sonuca varmaya çalışır. Olması gereken de budur aslında. Ancak ülkede böyle bir hava yok ki. Bir tarafta tam bir sultanizm, yani otoriter, keyfi bir tek adam iktidarı; öte tarafta demokrasiyi, hukuku çalıştırmaya çalışan, yada bu cendereden bu ülkeyi çıkartıp tekrardan normal demokrasiyi inşa etme amacı taşıyan ve bunun için çalışan bir muhalefet. Bu iki kesimin hiç bir ortak hedefi yok. Birinin varlığı o birinin yokluğu, yani birinin tezi o birinin anti tezi; asla bir araya gelmeyecek iki yapı. Demokratlarla otoriterlerin, yani diktatör bir yapı ile demokrat bir yapının hangi düzlemde, hangi meseleyi nasıl bir sonuca getireceği akla daran. Bir tarafta egemenliği bir monarktan, bir kişiden alıp halka veren CHP anlayışı, öbür tarafta bunun tam tersini yapmış, halktan alıp 100 sene sonra bir tek kişiye iade etmiş siyasal bir anlayış.
***
Burada ancak bir tek konuda uzlaşı sağlanabilir; o da bu mevcut otoriter yapının varmak istediği noktada muhalefeti nasıl kullanmak istiyorsa, nasıl bir oyuna getirilmekle olur.
Partisi yerel seçimleri kaybedince, ekonomi sıfırı tüketince işlerin hiçte de iyi gitmediğini anlayan Erdoğan “seçim sonuçlarından ders çıkardık, yanlışlarımızdan arınarak normale dönüyoruz” algısı yaratarak, çıkar yolu “Yumuşama siyasetinde” bulup, medyanın da pompalamasıyla kısa sürede gerçek anlamından saptırılarak adeta bir al/ver sürecine dönüştürüldü. Bu süreç içerisinde iktidar muhalefeti uslu durdurmaya, muhalefet ise kendi önceliklerini iktidara yaptırmaya çalışıyor. Kamuoyu da bu işten kim karlı çıkacak onun hesabının peşinde. Bu sürece belki de normalleşmeden ziyade diyalog süreci demek daha doğru olacaktır.
***
Yargının siyasi amaçlı kullanılması durdurulmazsa… Anayasal hak ve özgürlükler sağlanmazsa… Hiçbir evrensel hukuk normunda yeri olmayan yargı kararlarıyla insanlarımızı cezaevlerinde tutmaya devam ederse… Ehliyetsiz ve liyakatsiz kadrolarla ülkeyi adeta yaz-boz tahtasına çevirerek akıl ve tecrübeye itibar etmeden ülkeyi kötü yönetmeye devam ederse… Ülkenin mahkum edildiği vahim tabloyu eleştirenleri, itiraz edenleri ‘hain’ ya da ’dış güçler’in içerideki aparatı olarak görmeye devam ederse… Eğitim “ülkeyi çağlar gerisine götürecek zihniyetten” kurtarılmazsa… Ekonomide, zaten zor durumda olan halkın pestilini çıkartmak yerine, (devlette gerçek anlamda tasarrufa gitmek ve üretimi arttırıcı imkânlar yaratmak gibi) daha akılcı yollar bulunmazsa…. Kısacası ‘itibardan tasarruf olmasın’ diye, vergi adaletsizliğinde yeni icatlar çıkararak bütün vergileri garibanların sırtına yüklersek, saraylarımızın ışıkları sönmesin diye eğitimdeki çaresizliğimizi görmezden gelirsek, ‘vatan bölünmesin, ezan susmasın’ sloganlarının arkasına saklanarak hukuku, adaleti ve kul hakkını unutursak, bilelim ki bu ülkede asla normalleşme olmaz. Normalleşme olmazsa da ne dünyada zerrece bir itibarımız olur ne de fukaralıktan kurtulabiliriz.
Nitekim CHP lideri Özgür Özel, iktidarın bu zayıf noktasını görmüş ve hedefe yüklenmeye odaklanmış bulunuyor. Şu ifadeler bunun en önemli kanıtıdır: “Bakın biz Türkiye’de siyasette normalleşme istiyoruz. Normalleşme demek, normal davranmak demektir. Kurallara uygun davranmak demektir. Hukukun üstünlüğüne inanmak, anayasaya bağlı kalmak demektir. Sopalarla saldırınca normalleşme olmaz. Ankara’nın ortasında bir siyasi cinayetin kanını yerde bırakmakla olmaz. Emekliye on bin lira vererek, açlığa mahkum ederek, aç kal demekle olmaz. Asgari ücretliye seçimden önce dört kez yılda zam yapacağım deyip, seçimden sonra yapmamakla olmaz.”
AKP iktidarının sorunlara çözüm getirme gücü kalmadı! Türkiye’nin direksiyonu AKP’nin elinde oldukça ülkede sıkıntıların bitmesi pek mümkün görünmüyor.
Muhalefet erken seçimi istemeli. Türkiye’nin normalleşmesi ancak AKP iktidarının bir an evvel değişmesiyle mümkün olacaktır.
Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazartesi 24 Haziran 2024