

RUHUNU ŞEYTANA SATMAK
İyilikten evvel niyet gelir, ‘iyi niyet’. İyi niyetin hakikatinde, “iyiliğe” inanca duyulan sadakat saklıysa eğer, önce onu korumak için mücadele etmeliyiz. Bu öncelik önyargılarımızı değiştirmez belki ama bu mutlak olmayan adalet, vicdan bilincini uyandırır. Günahları, suçları, hataları ‘iyilikle’ yıkama, düzeltme arzusudur iyi niyet. İnsan, şeytanın peşine takılıp giderken bile hakikati arama ve onunla samimiyetle yüzleşme çabası içindeyse eğer, ruhunun öteki parçasında uyuyan kötülüğü de yenebilir. Koyu bencilliğin, güç köleliğinin zıttı olan iyi niyet, insanı kendi benliğinin zehirli kısmından da arındırır kimi zaman. Hakikat sırrının önünde eğilebilme cesaretini ve alçak gönüllülüğü gösterir.
İnsanlık ve edebiyat tarihinde bu mücadeleyi anlatan eserler çoktur ama sanırım en çok iz bırakanı hâlâ Goethe‘nin meşhur Faust‘udur.
Kadim hikâyelerden esinlenen, şeytanla bahse giren insan teması daha önceki yüzyıllarda da pek çok öyküye ve oyuna konu olmuş. Alman ozanın on sekiz yaşında yazmaya başlayıp seksen üç yaşında ölümünden kısa bir süre evvel bitirebildiği oyun aslında en temel insanlık meselesidir kuşkusuz.
Oyunun başkahramanı Faust, felsefeyi, tıbbı, tabiatı ve teolojiyi araştırmış yeryüzünün sırlarını tüketmek için çözmüştür. Bir bilim adamı olarak ihtiyacını duyduğu keşiflerden mahrum kaldığını ve hayatını istediği gibi yaşamadığını kavrar. Bu çelişkiyle kıvranırken, eğer Mefisto kendisini bu huzursuzluktan kurtarabilirse eğer ruhunu şeytana satacağını söyler. Şeytan da Faust‘u hayata bağlayacağına ve hazlarda manayı bulacağına dair ona söz verir. Ve onu gençleştirerek dünyayı kendi bakışlarıyla gösterir.
Basit gibi görünen bu tema, iyilikle kötülük arasında bir sarkaç gibi salınırken mütemadiyen acı çeken ruh halini resmeder.
***
Bu son günlerde yıllar önce bir dostumun hediye ettiği eski bir çeviriyle Faust‘u tekrar okumak yaralanan ruhuma iyi geldi. Erdoğan hakkında 10 Mart 2021’de TBMM kürsüsünden; “Seni milletin huzurunda Allah’a şikâyet ediyorum. Ama ölüm olsa da sonunda mücadele etmezsem namerdim. Ölsem de öldürülsem de tehdit edilsem de tek kişi kalsam da bu mücadeleden dönersem namerdim. Hep birlikte göreceğiz, el mi yamanmış, bey mi yamanmış.” sözlerle haykıran İYİ Parti’nin eski lideri Meral Akşener’in, imaj değiştirmesiyle, saçının rengi, gözlüğünün çerçevesiyle, partisini dağıtıp kapağı Saray’a attığını görünce ruhunu şeytana satan Faust mitinde insanlığın zaaflarını bu defa daha sarih bir bakışla gördüm.
Türk siyaset sahnesi daima böyle hayal kırıklıklarından ibarettir. Son örneklerden biri mesela hatırlayalım, Sinan Oğan. Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda muhalefetin oylarıyla aday oldu, daha ikinci turunu beklemeden gitti AKP’ye katıldı; güya asrın liderinin rakibi idi, gitti asrın liderinin ceketinin cebine girdi. Milliyetçilerin umudu olarak başlayıp ittifak olarak tamamladı.
Saray’ın böyle bir büyüleme gücü var. Güya Saray’a karşı siyaset yapanlar bir bakıyoruz Saray’da.
Numan Kurtulmuş mesela, HAS Partinin Genel Başkanı iken ne diyordu? “AKP’liler Harun olmaya geldiler, Karun oldular, eğer bunlar 2023’te iktidarda olursa, 2023’te evine icra gelmeyen kalmaz, eğer bunlar 2023’te iktidarda olursa, 2023’te başbakanın çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimse milletvekili olamaz, buna müsaade etmeyeceğiz, AKP gibi firavunlaşmayacağız, kamu kaynaklarını kendimize ve yandaşlarımıza peşkeş çekmeyeceğiz, İsrail’in vagonu olmayacağız, AKP Amerikan mandasıdır.” diyordu. Tık Saray’a geçti. TBMM’nin Başkanı oldu. Gerçekten nerdeyse 2023’te evine icra gelmeyen kalmadı ama bunu söyleyen Numan Kurtulmuş meclis başkanı oldu.
Tuğrul Türkeş MHP Millet vekili iken…. “Tayyip Erdoğan niye çıkıp vallahi de billahi de benim evimde böyle paralar yoktur demiyor? Benim tek talebim o’nun yargılanmasıdır. Milliyetçiliği ayağımın altına alırım diyor, senin o bacağını kırarlar. Terör örgütünün faaliyetleri, bizzat AKP iktidarı tarafından meşrulaştırıldı, ülkeyi felakete sürüklüyorlar. AKP’liler televizyon programlarında karşımıza çıkamıyor, AKP hükümeti suskun, miskin, korkak, çünkü dumanlı münasebetler hasıldır. Dış mihraklarla enerji ticareti noktasında, Türkiye’nin menfaatlerinden çok, hususi menfaatleri ön plandadır. Süleyman Şah türbesinin taşınması, züldür, hezimettir. Bizans bile birçok AKP’liden daha millidir, daha Türk’tür” diyordu. Tık Saray’a geçti.
Süleyman Soylu Demokrat Partisi Genel Başkanı iken … “AKP hükümeti bayramları bile millete zehir etti, insanlarımız gülmeyi unuttu, bunlar beceriksiz, yetersiz, paçalarından yolsuzluk akıyor, ihale ve yandaş belediyeciliği yapıyorlar, Ey Recep Tayyip Erdoğan, boyan döküldü, emir eri oldun, rantın babası oldun, at üstünde duramayan kişi ülkeyi de yönetemez, Türkiye’yi yolsuzluk çukuruna batırdılar, tüyü bitmemiş yetimin üzerinden siyaset yapıyorlar, AKP mensupları genel başkanlarını padişah olarak görüyor, başbakan da kendisini padişah olarak görüyor, bu hükümete zıkkımın kökünü göstereceğiz, Tayyip Erdoğan’ın altı ayda hurdasını çıkarırım” diyordu. Tık Saray’a geçti. AKP hükümetinin hem Çalışma Bakanı hem İçişleri Bakanı oldu. Ne diyor şimdi?: ”Allaha yemin ederim ki Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ilelebet ve ebedi Başkanıdır.“ diyor.
Metin Feyzioğlu Lefkoşa Büyükelçiliği yapıldı değil mi. Tarih’in gördüğü en büyük dönüşümlerden biriydi. Türkiye Barolar Birliği Başkanı iken bir numaralı AKP muhalifi idi. CHP Başkanlığına adayını bile koymuştu. Aniden dümeni Tayyip Erdoğan’a kırdı; adete Saray’ın kapı kulu oldu. Ne diyor şimdi gayet rahat bir şekilde?: “Çok şükür değiştim.”
Teğmen Mehmet Ali Çelebi… Sinan Doğan ve Metin Fevzioğlu’nun dönüşleri bile bunun yanında hafif kalır. Tarih böyle büyük dönüş görmedi. Hatırlayalım lütfen; Ergenekon kumpasıyla hapse tıkılmıştı. Bütün Türkiye kahrolmuştu. 41 ay hapse mahkum edilmişti. Hapishanedeyken evlendi, nikahının şahitliğini Metin Fevzioğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu yaptı. Tahliye olunca CHP’ye Parti Meclis Üyeliğine Kemal Kılıçdaroğlu tarafından getirildi. Parti rozeti bizzat Kılıçdaroğlu tarafından takıldı. İzmir’den CHP Millet Vekili yapıldı. AKP’ye çok ağır sözler söyledi. Kılıçdaroğlu’nun manevi oğlu gibiydi. Kılıçdaroğlu için ”Benim baba yarısıdır“ diyordu. Tık Saray’a gitti. AKP’ye katıldı. Parti rozeti Tayyip Erdoğan tarafından takıldı. İzmir’den CHP Millet Vekiliyken, bu sefer AKP Millet Vekili oldu. “AKP’nin ve Saray Rejiminin miadı doldu” diyen CHP Millet Vekili Mehmet Ali Çelebi AKP rozetini takınca ne dedi?: ”Ben Devlet adamıyım“. Siyaset bu işte; AKP’ye küfrederek CHP’den seçildi, CHP’ye küfrederek AKP’den seçildi.
Erdoğan’ın bugünkü ortağı MHP Lideri Bahçeli, 30 Mart 2014 yerel seçimlerini değerlendirdiği, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin görüşlerini açıkladığı, partisinin TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada; “İki yanlıştan bir doğru çıkmaz; tekeden süt sağılmaz; balda tuz bulunmaz; suda ateş yanmaz; Recep Tayyip Erdoğan’dan da Cumhurbaşkanı olmaz. Siyasi görüşü, fikri aidiyeti, mezhebi ve yöresi ne olursa olsun, ister AKP’li, ister MHP’li, isterse de CHP’li olsun her vatan evladı Cumhurbaşkanı olabilir, ne var ki Recep Tayyip Erdoğan olamaz, milletin terazisi bu sıkleti çekmez.” deyip ağır eleştirilerde bulunan aynı Devlet Bahçeli; “Bu benim için bir filan, bu benim son seçimim” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a seslenerek, “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz” dedi.
Siyaset sahnemiz hep böyle hayal kırıklıklarıyla dolu. Çıkarlar söz konusu olunca ilkeler ve değerler çöp kutusuna atılıyor.
***
Goethe‘ye dönecek olursak, metinde, Faust Mefisto‘yla anlaşmaya çalışırken ona dizginlenemez arzularından ve çaresizliğinden bahseder:
“Ben kendimi girdaplara, en ıstıraplı kamlara, aşk hınçlarına, ferahlatıcı inkisarlara terk ediyorum. Bilgi hastalığından kurtulan kalbim, gelecek hiçbir ıstıraba karşı kapalı olmayacaktır. Ve bütün insanlığa mukadder olan şeyleri kendi içimde tatmak istiyorum. Ruhumla en yükseği ve en derini kavramak, onun saadetlerini ve acılarını bağrımda toplamak böylece kendi benliğimi onun benliği üzerine yaymak ve tıpkı onun gibi sonunda da uçuruma yuvarlanmak istiyorum”.
İnsan olmak böyledir. Doğuştan kendisine bahşedilen özelliklerle yetinmez. Kendini ve dünyayı daha çok tanıma, daha güçlü olma, duygu katmanlarında yoğunlaşarak en derinlere dalma arzusuyla hakikatten uzaklaşabilir. Sahip olduğu erdemleri bazen öldürmek ister. Hata yapmakta ısrar eder. Kötülüğü hoş görerek suç işler. İyiliği reddederek kendinden iyice uzaklaşır. Hazzı kışkırtan arzularıyla iradesi çelişir. Sahip olma dürtüsüyle dokunduğu her şeyi kirletir. Niccolò Machiavelli‘nin “Hükümdar” eserinde dile getirdiği “sevilen yönetici olmaktansa korkulan yönetici olmak yeğdir” anlayışını benimseyip, veren sevgiden uzaklaştırır. Korktuğunda öfkeyle hayatı bir ucundan yakar.
Mefisto Faust‘un dileğine şöyle cevap veriyordu: “İnan bana, ben ki binlerce yıldır bu sert lokmayı ağzımda çiğniyorum. Hiçbir insan bu eskimiş hamuru, beşikten mezara kadar hazmedememiştir. Bizlerden biri sıfatıyla bana inan: bu bütün ancak Tanrı için yapılmıştır. Bizi ebedi zulmet içine atmıştır ve ancak size gece ile gündüz nasip olmuştur”.
İnsan mütemadiyen karanlığın, kötülüğün içinde yaşayamaz, tıpkı saf bir iyilikten müteşekkil olamayacağı gibi. Kant acı bir ironiyle “insan kötülük olsun diye kötülük yapmaz, kendi zevki için yapar ki bu ‘iyiliktir’” diyor. Kendi zevki için kötülük yapan benliğin loş kısımlarında gizlenen, o şeytani arzulardır. Ötekinin varlığını, arzusunu, özgürlüğünü, düşüncesini, bedenini reddetmek, kendi ‘iyiliği’ için kötülük yapmak ruhu çürütür.
Netice itibarıyla Faust‘un “Peki, o zaman ben neyim?” sorusuna şeytanın cevabı açıktır:
“Sen eninde sonunda ne isen o’sun”.
Hepimiz öyleyiz ama ömür denen şu dikenli, garip sınavda, hepimizin iyi olabilmek adına bir umudu vardır. Bunu hatırlayalım ve kaybetmeyelim.
Cansever’in dediği gibi “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka”.
Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Pazartesi 17 Haziran 2024