

”YEŞİLÇAM’DAN SAPAN YILMAZ GÜNEY” (Çirkin Kral’ın avantür garnitür filmlerinden Yeni Gerçekçiliğe)
”Arkadaşlar!
Dışarıda bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?”
Yılmaz Güney
Yılmaz Güney’in bugün ölüm yıldönümü.
Hazan mevsiminde, en verimli çağında Fransa’da bu dünyaya veda etti (9 Eylül 1984) ve şimdi Paris’te bulunan Père Lachaise Mezarlığı’nda uyuyor.
Yaşasaydı bugün sekseni geçmiş ve en verimli, en olgun çağında olacaktı ve ne filmler yapacaktı ne şiirler, ne romanlar yazacaktı…
”Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk.”
Okul yıllarımda son derece mütevazı evimizde siyah beyaz bir fotoğrafını bir yerden kesmiş küçük bir çerçeveye koyup başucuma koymuştum.
Onu çok severdim. Yılmaz amcam derdim. Feodal lakapları sevmesem de onu kendime çok yakın hissederdim.
”On binlerce, milyonlarca insan beni izler hedefim onların sevgisine layık olmak, farkında olmadıkları; şeyleri göstermek, onları uykularından uyandıracak filmler yaparak onları toplumsal mücadeleye katmak için çalışırım.”
Tüm filmlerini seyrettim. En vurdulu kırdılı olanları bile. Şimdi devam ettiğim heykel atölyesinde büstünü yapmaya başladım. Ve demezler mi orada bir iki kişi, kadınlara kötü davranıyordu diye.
”Seni nasıl mı sevdim? Herkese yol, sana sol yanımı verdim.”
”Erkek adam, vakit geçireceğine değil, ömür geçireceğine hayatını verir.”
”Damla damla sevgili. Bir gün akıp gideceğiz hayata. Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin. Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur. Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.”
Diyen bir insan kadınlara kötü davranabilir mi mümkün değil. Hiç olur mu. Onun kadar sevdayı anlayan bilen anlatan bir insan. İnanmayın onun niteliklerini karalamak isteyenlerin anlattığı spekülasyonlara…
Çirkin kral derlerdi ama çok güzeldi o.
Yılmaz Güney (Sinema oyuncusu, yönetmen, senarist, yazar) 1 Nisan 1937’de Yenice, Yüreğir, Adana’da bir ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Babası Siverek, annesi Muş’un Varto ilçesindendir. Adana’da büyüdü ve Adana birçok filmine de konu oldu.
Gerçek adı Yılmaz Pütün’dür. Kendi ifadesine göre Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği demekmiş…
Adana’da bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı. Üniversitede okumak için İstanbul’a gitti ve Atıf Yılmaz ile tanıştı. Bu sırada bir yandan da hikâyeler yazıyordu. Daha sonra Atıf Yılmaz’ın da desteğiyle sinema çalışmalarına başladı.
1959 yılında Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı ”Bu Vatanın Çocukları” ve ”Alageyik” isimli filmlerin senaryosunu yazdı ve filmlerde rol aldı. Karacaoğlan’ın Karasevdası filminde yönetmen yardımcılığı yaptı.
”Bize mutluluk resmi çektirmedi bu hayat. Ya elimizde kelepçe ya önümüzde silah…”
Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Yılmaz Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanıp bir buçuk yıl hapis cezasına mahkûm oldu (1961).
”Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapishane odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için.”
Yer yerinden oynamıştı Arkadaş filminde. Sürü’de de. Maltepe’de Hakan sineması isimli bir yazlık sinemaya götürmüştü annemiz. Küçüktük daha o zaman.
İki yıl sonra çalışmalarına kaldığı yerden devam eden Yılmaz Güney, o dönemde daha çok macera filmleri çekti.
Filmlerinde ezilen, hor görülen bir “Anadolu çocuğunun” otoriteye başkaldırısı vardır.
Bu dönemde Çirkin Kral lakabını alır. Bu süreçteki en önemli filmi Lütfü Akad’ın yönettiği ve senaryosunu yazdığı Hudutların Kanunu’dur.
Abartısız ve yalın oyunculuk anlayışı ile iyi bir oyuncudur.
Yılmaz Güney, 1971 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarını sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Hapiste kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayınladı.
İki yıldan fazla cezaevinde kaldı ve 1974 yılında cezaevinden çıktı. Aynı yıl Arkadaş filmini çekti.
”Ben kimsenin canını yakmadım onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler..”
Endişe adlı filmini çekerken (1974) Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı.
25 Ekim’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada (13 Temmuz 1976) 19 yıl hapis cezası aldı.
Cezaevinde çalışmalarına devam etti. Bu dönemde senaryosunu yazdığı Sürü filmi Zeki Ökten tarafından çekildi. Şerif Gören tarafından çekilen Yol filmi yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi gördü.
Cezaevindeyken Güney adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. Yol’un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali’nde ödül aldı.
”Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa o toplum, için için çürümeye başlar.”
Evet çürüyor bugün ülkemiz parça parça çürüyor…
Beş yıl hapis yattıktan sonra 9 Ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevinden yurtdışına firar etti.
Yılmaz Güney’in hapisten kaçışı da filmlerindeki gibi. Hapse girmeden önce çekmiş olduğu Şeytanın Oğlu filminde, bir günlük bayram izniyle dışarı çıkan ve kayıplara karışan bir adamın hikâyesini anlattı.
Filmdeki gibi bir günlük izin ile hapisten çıkan Güney, Antalya’nın Kaş ilçesinden Meis adasına, oradan İsviçre’ye ve Fransa’ya geçerek yaşamının geri kalanını Paris’te geçirdi.
”Hayatı kendim için yaşamıyorum! Ve korkmuyorum hiçbir şeyden. Başıma gelecekleri de biliyorum. Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü.”
Fransa’da Duvar filmini çekti. Güney’in, 1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan isyanın sinemaya aktarıldığı Duvar, son filmiydi.
”Dağlarımız, ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz yiğitlikleri ile destanlar yazmış bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek. Aceme, kararlılığa ve koşullara sahibiz. Dost ve düşman herkes bilsin ki; kazanacağız, mutlaka kazanacağız.”
Son yıllarını Paris’te geçiren Güney, mide kanserinden 9 Eylül 1984’te yaşamını yitirdi.
”Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili, biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık.”
Umarım bir gün mezarını ziyaret etme fırsatı bulurum. Sana söyleyecek o kadar çok şey var ki. Önce sinemada gelinen noktayı şikayet edeceğim sonra ülkemizin daha da beter bir noktaya geldiğini,
”Sen gitmekle eylem yaparsan, ben de unutmakla devrim yaratırım.”
Senin gitmen eylemdi, duruşun eylemdi, filmlerin, yazdıkların da… Fakat biz seni hiç unutmadık ve unutmayacağız.
”Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.”
Yıldızlarda uyu…
Sevgi ve Saygıyla,
Başlıca Filmleri:
Umut/Baba/Ağıt/Umutsuzlar/Zavallılar/Endişe/Kardeşim Benim/Kızılırmak Karakoyun/Balatlı Arif/Kozanoğlu/Hudutların Kanunu/Alageyik/Zeyno/Arkadaş/Sürü/Duvar/Düşman/Yol/Duvar
Kitapları:
Boynu Bükük Öldüler/Ağıt/Arkadaş/Sürü/Salpa/Ölüm Beni Çağırıyor Gençlik Öyküleri/Acı/Sonsuz Bekleyiş Otuz Yılın Şiirleri/Yol/Sanık/Hücrem/Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz/Oğluma masallar/Zavallılar/Sen ve ötekiler
Nurhan Özgel