

Suriye’de ne değişti? Ne değişmedi?
Evet Suriye’de rejim devrildi.
Ancak değişim seçimle olmadı. Halkın baskılar sonucunda ayaklanmasıyla; bir anlamda halk devrimiyle de gerçekleşmedi.
Bilcümle küresel (ABD-İsrail) güçlerin uzun erimli plan ve projelerinin bir sonucu olarak gerçekleşti. Ve böylece Esad rejimi devrilmiş oldu. Görünürde hareketin öncülüğünü İslamcı-şeriatçı örgütlerin koalisyonu yaptı.
Tabii ki hakkını teslim etmek gerekiyorsa: Bölgede tek adam rejiminin bu sürecin gelişip sonuçlanmasında önemli bir rolü olduğunu da teslim etmek gerekiyor. Sözü fazla uzatmadan, elden geldiğince gelişmeleri sadeleştirmek gerekiyor. Zira at izinin it izine karıştığı bir dönemin içindeyiz.
İktidar çevresinin siyaset yapma tarzı: bütünüyle doğruları-yanlış; yanlışları doğru olarak gösterdikleri; algı operasyonları şeklinde ilerlemektedir.
Evet! Esat rejiminin devrilmesi gerekiyordu. Çünkü tek adama dayalı otokratik bir diktatörlük, halkına acıdan yokluk ve yoksulluktan başka bir şey sunamazdı ve sunmadı da.
Bu gerçek üzerinden şöyle bir soru sorulmalıdır: ABD, İsrail ve bu iki gücün dümen suyunda yüzen yönetimlerin Suriye halkına özgürlük, barış getirmesi mümkün olabilir mi?
İkinci olarak Ortadoğu-İslam ülkelerinin baş belalısı ‘İsrail bu süreçte Suriye’ye topraklarını elini kolunu sallayarak işgal etmesi nasıl yorumlanmalı?
Daha trajik olansa, ne HTŞ ne de bölgede hak sahibi olduklarını iddia eden güçler, İsrail’in bölgeyi sessiz sedasız işgaline tepki göstermiyorlar.
İsrail toprak işgalini bir adım daha ileri taşıyarak; Suriye’nin bütün askeri tesislerini, mühimmatını yok etmeyi sürdürürken; bölgeye barış getirme yarışına girenler; neden üç maymunu oynuyorlar? İsrail Golan tepelerine yerleşerek, şimdiden tüm coğrafyanın tek hakimi olduğunu göstermiş olmuyor mu?
Filistin’i Lübnan’ı yerle bir eden, soykırım yapan İsrail’i durdurmayan iradenin bu durumda yeni bir soykırımı durdurması nasıl mümkün olacaktır?
Siyasetin bir yüzü ülkenin iç gündemiyse, diğer yüzü elbette dış siyaset olmalıdır. Ancak önceliği olan ülkenin iç gündemidir. Ülkesinin aşını, işini, adaletini bir kenara itip, dış siyasetin sorunlarına ağırlık veren bir yönetim anlayışını savunmak tek cümle ile mantıksız akıl dışı ve gerçeklikten uzaktır. Ne gariptir ki ülkeyi yöneten siyasi anlayış tamı tamına bu durumdadır.
Tek adama dayalı takiye ustası rejim, milyonların aklıyla alay edercesine Esat rejimini örnek gösterip “bakın diktatörlük neymiş görün” diyerek; kendi yönetimini aklamaya çalışıyor. Kendi aklınca demokratik bir yönetim uyguladığını ve dünya liderliğini ilan ediyor.
Nasıl mı?
- Çalışanı, emekliyi açlığa yoksulluğa mahkum ederek.
- Hak adalet kavramlarını rafa kaldırıp kanun hükmünde kararnamelerle haksızı haklı; haklıyı haksız olarak gösterebiliyorlar.
- Düşünceyi, eleştiriyi en ağır suç kapsamına alabiliyor.
- Binlerce siyasetçiyi, düşünürü sorgusuz sualsiz zindanlara atabiliyor.
- Halkın oylarıyla seçilen belediyelere kayyım atayıp, belediyelerin gelirlerine el koymak suretiyle halkı cezalandırıyorlar.
- Emeğin, emekçinin alın terini patronlara peşkeş çektirebiliyor.
- İşçinin yasal hakkı olan sendika-grev hakkını milli güvenlik gerekçesiyle yasaklatabiliyor.
- Polonez işçilerinin hakkını hukukunu Lübnanlı bir patronun karşısında açlığa ölüme sürükletebiliyor.
Ez cümle ülkesini bu şekilde yöneten bir anlayışa ne denileceğini siz düşünün.
Diktatörlük kavramı en geniş ve somut anlamıyla: sermaye sınıfının emekçi sınıf üzerindeki ekonomik-siyasi hegemonyasıdır. Ve bu hegemonyanın değişik araç ve yöntemlerle sürdürülmesidir.
Sevgiyle, umutla, zihin açıklığıyla kalın.