DOĞRU İLETİŞİM VE İLETİŞİM HATALARI
Yerel seçimlere az bir zaman kalmış, siyasi partilerimiz çalışmalarına başlamıştı. Esnaf ziyaretleri, gençlerle, muhtarlarla, çeşitli STK`larla buluşmalar, davetler yoğun olarak devam ediyordu.
Bu çalışmaların hepsi iletişimin alanına giriyor. İletişim fakültesinde öğrendiğimiz kadarıyla iletişimin en kısa tanımı: Kaynak ve alıcı arasındaki bilgi alışverişidir. Bu tanıma siyasetçilerimizi uyarladığımızda ise kaynak siyasiler, alıcı vatandaş oluyor. Öyleyse benim seçmen olarak katıldığım tüm genel seçimlerde oy verdiğim parti, iletişim hatası yapıyor.
Neden böyle bir çıkarımda bulunuyorum?
Uzun yıllardır Ülkemizde sağ partiler iktidarda ve son yirmi yıldır da ılımlı İslam partisi olarak tanımlanan AKP iktidarının ülkeyi yönetiyor olması. Benim oy verdiğim partinin de hep ana muhalefet partisi olarak kalması. Ayrıca bizzat yaşadıklarım.
Aslında iletişimin en önemli unsuru dinlemek. Karşınızdaki onu anladığınıza, değer verdiğinize ikna olursa, Doğan Cüceloğlu’nun tanımlamasıyla canına dokunabilirseniz, size güven duyar. O zaman da fikirlerinize değer verir.
Burada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Aynı ofiste birlikte çalıştığım işçi arkadaşım ek iş olarak tencere pazarlıyordu. Bir gün ofisimize başka bir pazarlama elemanı geldi. O da tencere seti pazarlıyordu (o zamanlar çelik tencereler set halinde satılıyordu). Bizlerin işleri o an yoğun olduğundan (elbette hepimiz gelen misafiri buyur etmiştik) gelen pazarlama elemanı işçi arkadaşımızın masasına yöneldi. Arkadaşımız da misafiri oturttu. Bir bardak çay ikram etti. Misafirinin sözünü hiç kesmeksizin en az bir saat anlattıklarını dinledi. Elindeki kalemle bazı notlar aldı. Etkin dinlediğini mimikleriyle destekledi. Misafirinin konuşmasının sonunda, arkadaşım kendi pazarladığı tencere takımını çıkararak masasının üzerine koydu. Almış olduğu notlarla ilgili geri bildirimlerde bulundu. Gelen pazarlama elemanı, arkadaşımdan bir tencere seti satın alarak, ofisten mutlu bir şekilde ayrıldı.
Bizler donup kalmıştık! Nasıl olmuştu? Arkadaşımız sadece dinledi ve kendi uzmanlık alanı olduğu için doğru soruları sordu. Konuşmanın en başında ”ben de tencere pazarlıyorum, kusura bakma” demedi. “Tereciye tere satmak” deyimi tam da böyle bir şey olmalı.
Şimdi de iletişim hatası olarak niteleyebileceğim (en azından kendim için) iki anımı sizlerle paylaşmak istiyorum:
İlki, daha önce yaşandığı için bu anımla başlamak istiyorum. Eşimle birlikte aynı işyerinde görev yapıyorduk. Eşim daha sonra kardeşimin aracılığıyla Gebze’de Arçelik fabrikasında depo görevlisi olarak işe başladı. Ben Unkapanı’nda çalışmaya devam edeceğim için Kartal-Cevizli’de ikamet etme kararı aldık. Orada Tekel’in lojmanları vardı. Amacımız lojman talebinde bulunmak, lojman çıktığında da kiralayacağımız evden lojmana kolaylıkla taşınabilmekti.
Evimizi kiraladık. Sekiz yaşındaki kızımız yalnız kalmasın diye eşim gece vardiyasında çalışmaya başladı. O zamanlar cep telefonu olmadığı için, buzdolabının üzerine yapıştırdığımız notlarla iletişim kuruyorduk. Lojman talep formunu da doldurmuştuk. Çıkacak lojmanı beklemeye başladık. Kızımız 12 yaşına geldiğinde bize hala lojman çıkmamıştı. Derken bir arkadaşım: ”ilahi Filiz! Memura böyle durup dururken lojman çıkar mı? Sadece Talep Formunu doldurup, gönderdi diye lojman çıkan bir memur var mı acaba? Özellikle İstanbul gibi metropollerde? İşinin gereği tüm üst düzey yöneticilerle görüşebilme olanağın var. Bir sergi açılışı sırasında ya da yemekte onlardan birisinin yanına gidip, durumunu çıtlatabilirsin.” Demez mi? ”Nasıl yani! Benim de hakkım olan lojman tahsisi için bir de birilerine yalvaracak mıyım? Bu devlet en büyüğünden en küçük memuruna kadar hepimizin. Gerekli kriterleri fazlasıyla taşıyorum. Unvan istemiyorum. Makam istemiyorum. İstediğim sadece lojman.”
Aradan bir yıl daha geçti. Hamile olduğumu öğrendim. Hayat şartları bizim için daha da zorlaşacaktı. Devlet memurlarının siyasi partiye üye olmaları kesinlikle yasak olduğundan eşim, işini değiştirir değiştirmez Cumhuriyet Halk Partisine üye olmuştu. Bu zaman zarfında çeşitli etkinliklerine de katılmış, az çok çevre edinmişti. Ayrıca o güne kadar ikimiz de oyumuzu bu partiye vermiştik. Mademki görüşlerimizden dolayı lojman tahsis etmiyorlardı, biz de partimiz kanalıyla girişimde bulunabilirdik.
Adını vermeyeceğim ama ünlü bir film yıldızımızla yaşamını devam ettiren, bizim Mecidiyeköy’deki evine gittiğimiz siyasi yetkili beni Tekel’in Yönetim Kurulu üyelerinden birine yönlendirdi. Sergilerimize katıldığı için kendisini şahsen tanıyordum. Rahmet olsun, gidip kendisi ile görüşerek durumumuzu olduğu gibi anlattım. Bana zül gelse bile başka seçeneğim kalmamıştı. Yaklaşık 15 gün sonra beni çağırttı ve bize lojman verilmesinin mümkün olmadığını belirtti. Nedeni memur sendikası kurucularından biri olduğum içinmiş. İnanın o an nutkum tutuldu. Hiç bir şey söyleyemiyordum. Böyle bir sahneyi gerçekten yaşıyor muydum? Hemen arkamı dönüp tabi teşekkür bile etmeden, odasından çıktım. Bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. İşin doğrusu hemen mahkemeye başvurup, hakkımı aramaktı. Ama bu yol, bizim sorunumuza o an için çözüm olmayacaktı. Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez misali, odadan çıkarken bir arkadaşımla karşılaştık. Binadaki tüm sekreter arkadaşlarla arası çok iyi olan arkadaşım; iyi görünmediğimi, olumsuz bir durum olup olmadığını sordu. O an için konuşmakta zorlandığımı, daha sonra kendisine olanları anlatabileceğimi belirttim. Peşimi bırakmadı. Ertesi gün ofisime geldi ve işin aslını öğrenmek istediğini belirtti. Uygun bir ortam ayarlayıp, arkadaşıma olanı biteni anlattım. Anlatırken de gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Sinirim tamamen bozulmuştu. Arkadaşım sağ olsun, hemen diğer bir Yönetim Kurulu Üyemizin sekreterinden benim için randevu aldı.
İki gün sonra randevu aldığı Yönetim Kurulu Üyemizin karşısındaydım. Onu da resim sergilerimizden şahsen tanıyordum. Sağ görüşlü olduğunu bildiğim halde sorunumu, çözümü için hangi yollara başvurduğumu ve nasıl bir cevap aldığımı bir bir anlattım. Benden biraz süre istedi. Aradan bir ay geçti geçmedi karşısındaydım. Ünlü bir spor adamımızın da amcası olan kişi lojman işinin tamam olduğunu söyledi. Hemen taşınmam gerektiğini de sözlerine ekledi. İnsanlık hali eğer kendisine bir şey olursa, bana lojman tahsis edilmeyebilirmiş. Boya, badana tadilat işleri varsa da biz içindeyken de yapılabileceğini belirtti. Allah gani gani rahmet eylesin. O lojmanda tam 17 yıl oturduk. İlk önce sıra tahsisli olan lojmanımız (oturma süresi beş yıldır), daha sonra görev tahsisliye çevrilmişti.
Tam yirmi çalışma yılımı doldurduğumda unvan yükseltme sınavları konulmuştu. Ben de ilgili sınavlara girerek Şube Müdürü unvanını almıştım. Tabi benim için çok da kolay olmadı. Yazılı sınav puanım listede ikinci sırada yer alsa da; sınava giren ve kazanan tüm arkadaşlarımdan sonra atamam gerçekleşti. Mülakatta da diğerlerinden farklı olarak, sınav konularımız arasında yer almasa da, Neden sendika olmalı? Federasyon nedir? Konfederasyon ne demek? Gibi sorulara maruz kaldım.
Sınav Komisyonu Başkanımız ilgili Genel Müdür Yardımcımız ile Tekel Dergisi vb. işlemlerde bire bir çalıştığım için büyük ihtimalle mülakatı kazanmıştım. Yanlış anlaşılmasın soruları doğru yanıtladım elbette. Lojmandaki 17 yılımın sonunda da evime taşındım. Arkadaşlarım ”niye taşınıyorsun ki! Hazır lojmanda oturuyorsun. Evini de kiraya ver daha rahat yaşarsın” dese de, bu öneri bana göre doğru değil, dünya görüşüme uygun değildi. Çok severek oturduğum lojmanım belki bir ihtiyaç sahibine verilebilirdi!
İkinci anım ise emekli olduktan sonra gerçekleşti. Hafta sonları ve yaz tatillerinde kaldığımız Şile’deki yazlığımıza taşınma kararı aldık. Pandemi sürecinde Şile’de yaşamak çok daha mantıklıydı. Bu arada 2019 yılının Temmuz ayında emekli olmuştum.
2021 yılında da tamamen Şileliydik. Eşim CHP Maltepe şubesindeki üyelik kaydını Şile ilçesine aldırmak istedi. Birlikte CHP Şile İlçe Başkanlığına gittik. Bizi Başkanın odasına yönlendirdiler. Eşim durumunu İlçe Başkanına ayakta durarak anlatınca (ben de o arada ayakta duruyorum) İlçe Başkanımız lütfedip, oturmamız için eliyle işaret ederek sandalyeleri gösterdi. İkimiz yan yana, süt dökmüş kedi gibi birer sandalyeye oturduk. Başkanımız çok önemli bir adam edasıyla, yüzünde ciddi bir bakış, (kesinlikle gülümseme yok) bir iki yere telefon açtı. Sonra eşime dönerek nakillerin Ankara’dan geldiğini, ikametgâh değişikliklerinin otomatik olarak işlendiğini ve yakın zamanda gelebileceği bilgisini verdi. Henüz o bilgi gelmedi ama neyse bize bu arada birer bardak çay ikramında bulundu. Çaylarımızı yudumlarken Başkan Bey’in işleri yoğun olmalı ki! Bizimle ilgilenemedi. Çaylarımızı içip, yanından ayrıldık.
Kırk yıllık iş hayatının 17 yılında Şube Müdürü unvanıyla görev yapan, çalışma odasına her giriş çıkışta dışarıdaki personelce ayakta karşılanan, fabrika ziyaretleri, sergi açılışları vb. yerlere görev gereği resmi araçla gidilirken, makam şoförü tarafından aracın kapısı açılarak yerine oturan, gerek yurtiçi gerek yurtdışı seyahatlerinde VİP yolcu salonunu kullanabilen, özellikle müdür olmadan önce de, basın bülteni hazırlayıp, basın toplantılarına katılan, 15 günde bir düzenlenen resim sergilerinin her aşamasında görev alıp, aldığı görev gereği sergi açılışlarında hazır bulunan, Tekel’in Resim koleksiyonunun sergilenmesi amacıyla farklı il ve ilçelere gidip, oradaki en yüksek mülki amirleri tarafından yapılan açılışlara katılan, açılış sonrası verilen yemeklerde yer alan, üç ayda bir yayımlanan Tekel Dergisi’nin hazırlanışından basımına kadar her aşamasında görev alan, özellikle haber toplama kısmında ilgili yetkililerle bire bir görüşme sağlayan, protokol gereği Başbakan’dan sonra üçüncü sırada yer alan (Başbakan, Genel Müdür, bizim Müdür) Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nün her kademesinde çalışan ben, kendimi çok kötü hissettim. Benimle konuşulmaya bile gerek duyulmamıştı. Temizlikçi bir kadın olarak oraya gidilmiş olsa bile, en azından bir iki cümle kurulmalı diye düşünüyorum. Ne olursa olsun karşınızdaki duyguları olan bir insan ve o an sizin misafiriniz.
Bu kadar uzun bir çalışma hayatından sonra ev kadınlığı hiç bana göre değildi. Bir arayış içindeydim. Öncelikle ev kadınlığı gerçek anlamda kutsal bir meslek. Altını kalın çizgilerle çizeyim. Evimi de kendim temizliyorum. Yemeğimi de kendim yapıyorum. Buradaki ev kadınlığı tanımım, tüm gününü evde geçirmek. Komşularla altın günleri düzenlemek. Mal varlıklarını yarıştırmak vb.
Sözünü ettiğim değersiz hissedilme olayından birkaç gün sonra Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Şile şubesine yine eşimle birlikte gittik. Evde kullanmadığımız kıyafetler vardı. Onları alıyorlar mı diye sormaya gitmiştik. Sağ olsun Başkanımız Serpil Hanım ve Saymanımız Nilgün Hanım bizi öyle bir karşıladı ki! Oturup bir iki saat sohbet ettik. Gitmek için izin istediğimizde, Serpil Hanım şubenin insan gücüne ihtiyacı olduğunu, onlarla çalışmamın mümkün olup, olamayacağını sordu. Hastaya ilaç soruluyordu. Elli yaşında başlayıp, Eğitim Yönetimi ve Denetimi konusunda tezli yüksek lisans yapmış birinin mutlaka Derneğe bir katkısı olacaktı. Doğru iletişim sonucunda ben işimi, Serpil Hanım da insan gücünü bulmuştu. Şimdi hem dernek üyesi hem de gönüllü çalışanıyım.