reklam
reklam
DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN
reklam

ŞİİRİN SEMTİ YA DA SEMTİN ŞİİRİ; GALATA

Yayınlanma Tarihi : Güncelleme Tarihi : Google News
reklam

GALATA KÖPRÜSÜ

Dikilir köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kürek çeker, sıya sıya;
Kiminiz midye çıkarır dubalardan;
Kiminiz dümen tutar mavnalarda;
Kiminiz çimacıdır halat başında;
Kiminiz kuştur, uçar, şairane;
Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;
Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı,
Şıp diye geçer Köprü’nün altından;
Kiminiz düdüktür, öter;
Kiminiz dumandır, tüter;
Ama hepiniz, hepiniz…
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli içinizde?
Bakmayın, gün olur, ben de
Bir şiir söylerim belki sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar benim de.

ORHAN VELİ KANIK

ŞİİRİN SEMTİ YA DA SEMTİN ŞİİRİ; GALATA

Galata ismi, galaktos (süt) sözcüğünden geliyor. Bizans döneminde süt dağıtılan merkez olması sebebiyle Galata’ya bu ad verilmiş…

Evliya Çelebi, Galata’nın adı Yunanca “süt” demek olan Galata’dan geldiğini aktarır. Büyük İskender devrinden sonra semt civarındaki yeşili bol verimli arazide otlatılan koyun ve sığırdan elde edilen süt krala götürülmüş. Galata civarında her çeşit balık olduğunu, meyhanelerinin çok meşhur olduğunu, akşamcıların bol, çalgıcıların farklı dillerde meşk eylediğini, ortamın karnalavesk olduğunu, insanın canı ve ruhunun gıdası kuş sütünün de burada olduğunu aktarır.

Galata, her şeyin yerli yerinde olduğu, çarpık kentleşmenin uzağında, güzelliğini hala koruyan nadir semtlerden. Belki de bu yüzden çok seviliyor.

Galata, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Azapkapı, Tophane ve Galata Kulesi’nin arasında yer alıyor…

Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında tarihi bir binanın süslemelerinde kaybolmak, bugünü ve dünü aynı anda yaşamak kayda değer…

Kulenin çevresinde konumlanmış kafeleri ve tarih boyunca yolu bu semtten geçmiş bir çok ailenin anılarıyla dolu Galata eşsiz mimarisiyle unutulmaz bir tat bırakıyor görende.

Yıllar boyunca rıhtımıyla  ülkenin dışa açılan kapısı ve tarih boyunca da denizcilerin uğrak yeri olmuş.

Fatih’in İstanbul’u fethinden önce Ceneviz kolonisi olan bu bölge, Osmanlılara  barış ile teslim edildiği için bir çok ayrıcalık tanınmıştı.  Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar devam etmiştir. Semti çevreleyen surlar 19. yüzyılda yıkılmıştır.

Bölgenin nüfusu artınca özellikle 19. yüzyılda yerleşim yerleri yukarıya doğru yayılmıştır. Yapılan elçilik binaları da semtin yukarıya doğru büyümesini sağlamıştır.

Kentin en önemli tarihî eserlerinden biri Galata Kulesi’dir. Ayrıca Galata’da sinagoglar ve Rum, Ermeni ve Aziz Peter gibi Gürcü kiliseleri mevcuttur. 1671 tarihinden bu yana Zülfaris Sinagog’u ise 500. yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi adıyla   25 Kasım 2001’de açılmıştır.

Bölge, ilk kez çevresinde bulunduğu incir ağaçlarına atıfta bulunan Sykai ve daha sonra büyük Bizans İmparatoru’nun adıyla (Justinianapolis) anıldı.

Bizanslılar, Haçlılar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar, Araplar, İstanbul’un ve doğunun gizemini çözmeye çalışan seyyahların gelmesi de bölge kültürüne katkı yaptı.

İtalyan Pietro Della Valle (şair ve gezgin) Galata’ya yolu düşenlerden.

Aşk acısını unutmak amacıyla çeşitli milletlerden yolcuların olduğu Venedik savaş kalyonuna (Grand Delfino)  binerek (15.96.1614) Galata açıklarına gelen şair ve gezgin yeni bir aşk acısına daha sürükleneceğinden habersiz olarak İstanbul’a geldi. Bir yıldan fazla süren macerada, şairin Dönemin Venedik Elçisi (Almoro Nani) ile  kurduğu arkadaşlık, Padişah I. Ahmed’in huzuruna çıkmasını sağladı.

Bölgenin adetlerine göre yaşayan şair, Türkçe öğrendi, yazma kitap topladı.  Divan geleneğinde yazdığı eserinde;

“Hayret uyandıran bir şekilde yüzüm değişir; yüzümle birlikte, istediğim zaman, istediğim gibi sesim ve konuşmam da. Ve o kadar değişir ki beni, Araplar Arap, Persler Pers sanır.”

demişti.

İstanbul’dan sonra yoluna devam eden gezgin, Ekim 1616’da Bağdat’ta Mardinli bir Hıristiyan olan Sitti Maani ile tanışıp evleniyor ve birlikte seyahate  devam ediyorlar. Sitti Maani 1622 yılının sonunda İsfahan’da kaybedince eşinin mumyalanmış naaşıyla önce Hindistan’a sonra Pakistan’a gittikten sonra 28 Mart 1626 tarihinde İtalya’daki evine dönüyor ve eşini Roma’daki Santa Maria in Aracoeli Kilisesi’ne defnetti.

17. yüzyılda Galata’nın 93 mahallesinin 70’inin Rum, 17’sinin Müslüman yani üçünün Avrupalı, ikisinin Ermeni ve birinin Yahudi olduğu söylenir.

Ve sonra;

Fransa’nın yetiştirdiği en büyük yazarlardan olan Madam Bovary’nin yazarı  Gustave Flaubert Galata’ya geliyor. Arkadaşı Maxime du Camp’la çıktığı Doğu yolculuğunun son ayağı İstanbul. Ekim 1850’de Galata’daki Justiniano Oteli’nde kalıyorlar. Flaubert, arkadaşı Louis Bouilhet’ye yazdığı mektupta

 “Gelelim İstanbul’a. Buraya dün sabah vardım, bugün sana hiçbir şey anlatmayacağım, bir tek şunu bil: Fourier’in burası hakkında daha sonra yeryüzünün başkenti olacaktır düşüncesiyle çarpıldım. Gerçekten de insan soyu gibi devasa bir şey. Hani Paris’e girerken yaşadığın o ezilme duygusu var ya, asıl burada insanın içine dirsek ata ata işliyor; öylesine çok yabancısı olduğum insan var ki burada, Acem’den Hintliye tut da Amerikalıdan İngiliz’e kadar bir dolu bambaşka kişilik; hepsiyle birden karşılaştığında insanın kendi kişiliği eziliyor. Sonra, dehşet bir şey bu. Sokaklarda kayboluyorsun ne başı belli ne sonu. Mezarlıklar, şehrin ortasında bitmiş ormanlar gibi. Galata Kulesi’nin tepesinden bütün evleri ve camileri görmek mümkün.”

diyerek İstanbul ve Galata’yı anlatıyor.

Çeyrek asır sonra İtalyan yazar Edmondo De Amicis Marmara’dan İstanbul’a geliyor. Edmondo De Amicis, yazdığı İstanbul Seyahatnamesi’nde (türünün en iyi örneklerinden) yaşadığı heyecanı bu cümlelerle anlatıyor.

“Nihayet pusun arkasından önce beyazımtırak yığınlar, çok yüksek bir şeyin belli belirsiz şekli, sonra güneşin aydınlattığı camların kuvvetli pırıltısı ve sonunda bir dağ, birbiri üstüne, rengârenk, bir sürü küçük ev, ışık içindeki Galata ile Pera gözüktü; minare, kubbe ve selviler altında kalmış çok yüksek bir şehirdi bu, tepenin üstünde gayet büyük sefaret konakları ile kocaman Galata Kulesi, eteğinde ise Tophane’nin büyük top dökümhanesi ile bir gemi ormanı vardı. Çıt çıkmıyordu. Ne yana bakacağımızı bilmiyorduk. Bir tarafımızda Üsküdar ile Kadıköy, bir tarafımızda Saray tepesi, karşımızda Galata, Pera ve Boğaz vardı. Hepsini birden görebilmek için fırıl fırıl dönmek gerekiyordu ve her tarafa ateşli gözlerle, gülerek, elimizi kolumuzu konuşmadan sallayarak, zevkten nefesimiz kesilmiş halde döne döne bakıyorduk.”

De Amicis, Galata’nın dar ve dolambaçlı sokaklarındaki Rum ve Ermeni kahvehanelerini, Galata’nın ünlü tüccar yazıhanelerini, Galata bankerlerinin kurduğu borsayı,  Galata’yı Pera’ya bağlayan tünelin yapımını şaşkınlıkla izledi. Osmanlı restorasyonundan sonra Ceneviz çizgilerini yitiren Galata Kulesi’ni gezdi. Galata yangınlarına tanıklık etti.

Ve sonra

Kendi birikimini Galata’nın kent kültürüyle harmanlayan Türk edebiyatında ses getirmiş Ahmet Mithat Efendi, uzun yıllar Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü yaptı.

Galata’ya düşkünlüğü ile bilinen  yazarın Galata’daki işinden çıkıp Galata Köprüsü’nden kalkan Boğaz Vapuru’na kadar geçen iki dakikalık yürüyüşte aklına bir roman konusu gelir, vapura bininceye kadar romanı tasarlar, vapur Beykoz’a vardığında romanın iskeleti hazır olurmuş… Ahmet Mithat Efendi Galata’nın 19. yüzyıl başındaki tatil günlerini şöyle anlatır:

İngiliz Postanesi

“Galata’nın en kalabalık zamanı cumartesi akşamından başlayıp pazar akşamının saat 11-12’sine kadar sürdüğü zamandır. Çünkü Müslüman olsun, Hristiyan olsun, Yahudi olsun; Galata’dakilerin yüzde doksanı gerek doğrudan doğruya gerek dolayısı ile, gümrüklerde Avrupalılarla ilgili işlerle uğraşan kimselerdir; bunun sonucu olarak bunlarla büyük tüccarların tatil günleri olan pazar -ister istemez- herkesin de mecburi tatil günü olur. Doğrusu mevsim, karnaval mevsimi değildir; daha sonbaharın ilk ayı olan eylül içindeyiz. Ama Galata’nın karnavala falan ne ihtiyacı var? Karnavalda da büyük perhizde de; ilkbaharda da, sonbaharda da Amerikan tiyatrosu ve öteki bu çeşitten eğlence yerleri, yetmiş iki milletin bin renkli bayraklarıyla donanır. Hele tatil zamanlarında her meyhanenin önünde laterna denilen birer sandık çalgısı bulunması Galata’yı bir bayram haline koyar.”

Camondo ve daha birçoklarının mirasını ruhunda taşımasından kaynaklanıyor bu semtin efsunu.

Semtte, Musevilerin bıraktığı izler her adımda hissedilirken, Bizans’ın, Cenevizlilerin tarihine dek uzanıyor, bir çok köşede, dökük kalıntılarda Musevilerin bıraktığı izler,..

Limana yakın olmasından dolayı tarihinde Rum meyhaneleriyle anılan sokaklarından mey sesleri duyulurmuş o zamanlar…

Yüksekkaldırım’da Orhan Veli’nin Melahat’ini, Sait Faik’in caddenin aynı ismini taşıyan hikâyesinde geçen fok balığını arıyor gözler.

 

 

Bugün ise binlerce yerli ve yabancı turistin uğrak yeri olan kafelerin, barların, otellerin, butiklerin,  hediyelik eşya satan mağazaların ve terasların semti Galata.

Bütün yollar Roma’ya çıkar derler ya Galata’da bütün yollar Galata Kulesi’ne çıkıyor.

İstanbul’un simge yapılardan olan bu kulenin yerinde,  bir zamanlar Bizanslılara ait bir yapı varmış. 14.Yüzyıl’da Cenevizliler tarafından gözetleme kulesi olarak yeniden inşa edilmiş. 16.Yüzyıl’da depremden zarar gören yapı, II. Bayezid’in emriyle onarılarak bugünkü görünümüne kavuşmuş.

Eminönü’nden karşı tarafa bakınca, Galata Kulesi önünde gözünüze ilk çarpacak olan kule Beyoğlu Göz Hastanesi. İstanbul işgal altındayken İngiliz Hastanesi olarak hizmet veren yapının tarihi 1860’lara uzanıyor. 

Papadopoulos Apartmanı. Mimarının ismini taşıyor. 1907 ‘de yapılmış.

Galata Kulesi Sokak’ta Cenevizlilerden kalma Galata Surlarını görebilirsiniz…

Galata’nın caddeleri birbirinden muhteşem…

Galata’nın en renkli sokaklarından biri olan Serdar-ı Ekrem Caddesi,  Yan yana dizilmiş kafeler, butikler ve tarihi apartmanlarıyla dopdolu bir sokak. Zamanında Musevi ailelerin yoğunlukta olduğu bu caddenin, o günlerden kalma izlerini görmek bugün bile olası…

19.Yüzyıl’da Raimondo D’Aranco tarafından yapılan cadde üzerindeki Doğan Apartmanı,  ismini 1942’de binayı satın alan Kazım Taşkent’in oğlu Doğan’dan alıyor. Doğan Kardeş dergilerinin ismi de oradan geliyor. Biraz ilerisinde ise ahşap cumbalı Camondo Apartmanı, meşhur Camondo (Kamondo) ailesine ait. 1860’larda Avram Camondo tarafından yaptırılmış ve genelde aile bankası çalışanları kalmış.  Abidin Dino’nun da bir dönem kiracıları arasında olduğu apartmanın yanı başında ise başka bir Musevi aileye ait olan Braunstein Apartmanı var.

Galata’dan bahsederken Camondo ailesinden bahsetmemek olmaz. Bu sokaklarda hayatlarını geçirmiş olan Sefarad Musevisi Camondolar, 19.Yüzyıl’ın en varlıklı ailelerindenmiş. Osmanlı İmparatorluğu’na yapmış oldukları maddi yardımlar sebebiyle gayrimenkul edinmişler. Galata civarında evleri, aile bankaları ve hatta meşhur Camondo merdivenleri var. Osmanlı’nın güç kaybettiği yıllarda aile bireyleri Paris’e göç ediyor ve 2.Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarına gönderiliyor. Çok üzücü.  Salomon Camondo’nun anıt mezarı Hasköy’de.

Camondo Merdivenleri

Bankalar Caddesi’ne inen ve halk arasında Kamondo merdivenleri olarak anılan merdivenler,  1850’lerde banker Abraham Salomon Camondo tarafından torunlarının o bölgede bulunan Avusturya Lisesi’ne rahatça gidebilmesi için yaptırmış.

Şahkulu Sokak’taki Salti Pasajı kayıtlarda Rigo Apartmanı olarak da geçiyor. Avlusuyla Galata’nın sessizliğine sığınmış bu tarihi köşe, 1870’lerde yapılmış.

İsmini Divan edebiyatı şairimiz Şeyh Galip’ten alan Galip Dede Caddesi, bugün müzik aletlerinin satıldığı dükkânların olduğu dik yokuş,  1800’lerde şekillenmeye başlamış. Şairin mezarı ise caddenin başındaki Galata Mevlevihanesi’nde.

1800’lerde bu caddede kahveler, sahaflar ve pulcular yoğunlukta olmasına rağmen bu gün sadece 2 pulcu kalmış. Kamer Pul Evi’ni burada görebilirsiniz..

15.Yüzyıl’da yaptırılan şehrin ilk büyük mevlevihanesi olan Galata Mevlevihanesi semahane, kütüphane ve türbesiyle müze olarak ziyarete açık.

Beyoğlu ve Galata arasındaki en hareketli sokaklardan biri olan Yüksekkaldırım, 1920’lere kadar merdivenliymiş. Daha sonra bugünkü görünümüne kavuşan dik yokuş, sağlı sollu dükkânlara ev sahipliği yapıyor.

Yüksekkaldırım’dan aşağı inerken solda yer alan dik sokak ise Alageyik Sokak, asma yaprakları gölgesinde ilginç bir hikâye barındırıyor. İstanbul’un en büyük genelevi bir zamanlar buradaydı. Şimdi yıkıldı ve kültür merkezi yapılması isteniyor. Orhan Veli Kanık’ın dizelerinde geçen;

“Yüksekkaldırım’da güpegündüz Melahat’i almışım da sonra Alemdar’a gitmişim öyle mi?”  sözlerinde geçen Melahat’in bu genelevde çalışan bir hayat kadını olduğu söyleniyor…

Galata’nın diğer yerlerine kıyasla daha sakin ve saklı kalmış sokaklarından biri olan Lüleci Hendek Caddesi’nin bir yanında  St. Benoit Lisesi’nin binası, diğer tarafında bakımlı tarihi binalar bulunuyor. Cadde girişindeki Türkiye Apartmanı bunlardan biri.

St. Pierre Galata

Geçmişte Cenevizlilerin hâkim olduğu Eski Banka Sokak’ta  oldukça eski bir yapı göze çarpıyor. St. Pierre Hanı, 18.Yüzyıl’da Fransız bir elçi tarafından yaptırılmış. Binanın önemli bir özelliği ise Osmanlı Bankası’nın yeni yerine (bugünkü Salt Galata) taşınmadan önce, tonlarca altın rezervine ev sahipliği yapması. Hanın duvarlarındaki Ceneviz armaları görmeye değer…

Hanın ikinci katında bulunan Özyer Gıda’nın 1933’ten beri ürettiği; burun yakan hardal tozları mutlaka alınmalı…

Kart Çınar sokaktaki Ceneviz Sarayı Asıl adı Palazzzo del Comune   14.Yüzyıl’da Cenova’ya bağlı bir saray olarak yaptırılmış.

Biraz ötede yine bir Camondo yapısı var. Aile bireyleri bu evde yaşamış. Şimdilerde DeCamondo Oteli’ne ait olan bu yapının önündeki yıkıntıların aile bankasının parçaları olduğu söyleniyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

St. Pierre ve St. Paul Kilisesi: Bulunduğu dik yokuşunda, mavi pembe renkleriyle dikkat çeken kilise, 17.Yüzyıl’da Roma Katolik ibadethanesi olarak yaptırılmış. Birkaç yangın atlatmış ve 1840’larda Fossati kardeşler tarafından yeniden yapılmış. Avlu duvarlarındaki heykelleri ve kilise içindeki ikonaları oldukça etkileyici. 

Kilisenin bulunduğu yokuşta tarihi İngiliz Karakolu (1904) binası var.

Terziler Sinagogu: Diğer ismiyle; Tofre Begadim Sinagogu, 19.Yüzyıl’da Galata’da yaşayan Aşkenaz Musevileri için yaptırıldı. Cemaat sayısı yeterli olmadığından 1960’larda kapanan sinagog, yenilenerek 1998’de sanat merkezi olarak tekrardan kapılarını açtı. Bugün, Schneidertempel Sanat Merkezi olarak ziyarete açık olan Sinagogun vitraylarından ışık süzülen güzel ortamında vakit geçirmek veya sergi gezmek muhteşem…

Büyük Hendek Caddesi’ne geldiğinizde görebileceğiniz en önemli yapılardan biri de Neve Şalom Sinagogu. İstanbul’un en büyük sinagoglarından biri olan Neve Şalom. 1900’lerin ortasında inşa edilmiş. Günümüzde, düğün, cenaze, Şabat ve dini bayramlarda aktif olarak kullanılıyor.

Neve Şalom Sinagogu kompleksinde olan Türk Musevileri Müzesi’nde Türkiye’de yaşayan Yahudilerin tarihi, gelenekleri, dini ritüelleri vb birçok bilgi kronolojik şekilde sergileniyor. Müzenin kafesinde dinlenmek ve Sefarad mutfağını denemek keyifli.

Galata’dan Karaköy’e inerken, mimari açıdan büyük bir zenginlik sunan caddelerden biri ise Bankalar Caddesi. Cadde, banka binaları, müze ve galerileriyle göz kamaştırıyor.

Cadde üzerinde, 1900’lerde bir sigorta şirketi için yapılan Tütün Han’ın  mavi işlemeleri ve çatısı görmeye değer.

Bankalar Caddesi’ndeki en etkileyici yapılardan olan Salt Galata (Eski Osmanlı Bankası)’nın mimarı, o dönem İstanbul’un en önemli binalarını yapan Alexandre Vallaury.

1892’de Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü olarak hizmete açılan bu yapı, geniş bir koleksiyona sahip kütüphanesi, sergiler düzenlenen galerisi ve Osmanlı Bankası’na ait arşivleri ile mutlaka görülmeli.

Salt Galata içinde yer alan kafe ve kütüphanede görülmeye değer; Detaylarıyla büyüleyen kütüphanenin koltuklarına oturup kitap okumak,  Osmanlı Bankası Müzesi’ne ait olan binanın alt katında sergilenen etkileyici kasa daireleri,  o dönemki banka çalışanlarının siyah-beyaz resimleri görmenin tadına doyum olmuyor…

Salt Galata’dan Yüksek Kaldırım Caddesi tarafına yürüdüğünüzde, köşede mavi işlemeleri, heykelleri ve bakımlı haliyle göze çarpan bina ise Minerva Han. 1910’larda bir banka için yaptırılan hanın dış cephesindeki mitolojik öğeler arasında bolluğu simgeleyen bereket boynuzu, Minerva büstü, Venüs heykelleri, yılan kabartmaları ve haber tanrısı Hermes yer alıyor.

Salt Galata’nın hemen solundaki dar sokaktan dimdik aşağı inip, sağ tarafa doğru devam edildiğinde ise iç içe geçmiş sokaklarda hırdavatçı tezgâhları, dükkanları karşılıyor. Burası galata Hırdavatçılar Çarşısı…

Galata Köprüsü: 

Karaköy’le Eminönü’yü birleştiren, üzerinde balıkçıların eksik olmadığı köprü, 1845’te inşa edilip birkaç kez yenilenmiş.

Haliç üzerindeki ilk köprünün tarihi ise 6.Yüzyıl’a, Bizans dönemine kadar gidiyor. 1990’ların başındaysa baskül; yani belli bir kısmı açılabilen bir formda yeniden yapılmış. 1840’larda çekilmiş fotoğraflarda köprünün ahşap olduğu görülmektedir.

Daha anlatılacak o kadar yer var ki, her köşe bucağı tarih ve anılarla olan şiir gibi bir semt Galata ve öyle kalmaya da devam edecek gibi görünüyor…

Müellif Sokak

Hazırlayan: Nurhan Özgel

Fotoğraflar: Uğur Ergun (E. Büyükelçi)

http://tanvakti.com

 

 

reklam