Yarınlar Bu Kıyıdan Geçmiyor Arkadaş
Kar eskiden beyazmış
yine böyle yağarmış
Yağıyor, yağıyor ama birinciliği vermişler işte… kirlenmişliğine mi?
Kenti, gezinerek terk edebilirim ancak,
Peşim sıra gelse bile yürürüm.
Bütün çıkmazlarını ezberledim,
muhtemel bir kaçış için,
çıkış için, giriş için.
Bir zamanlar diye başlayıp, olduğu, ihtişamla yaşandığı iddia edilen ne varsa,
nasıl bulabilirim… ‘yeni’, ‘yani’ ‘şimdi’ onlara da
birinciliği vermiş ve ben çok geç öğrenmişken.
Satılabileceklerini ve yıkılabileceklerini dahi tahmin edememişken.
Ne çok geç kalmışlıkların zenginiyim.
Muhteşem olmuşluklar, gelenek safında hizaya geçerken,
genç olanları bilincinde döllerken
sadece kelimelerin büyüsü ile algılandığında,
dönme dolap, dönme salıncak gibi algılanırmış demek; dikey ve yatay
Hayzenberg’in belirsizlik ilkesi ve
su tulumbasının mucidi İskenderiyeli Heron: (M.Ö. 2yy.)
Hayzenberg’den bu tarafını, Heron’dan ötesini ve ikisinin arasını doyurabilecek kadar bereketli olmak.
En-boy-yükseklik; hacimdir.
Enerji dördüncü boyut, zaman sonsuzluktaki….
üç bin beş yüz, yedi bin sekiz yüz, on bin yıllık
geçmiş nerede?
Yok ki ayaklarımın korunakları, su sızdırıyor dışarıdan içeri
parmaklarım ‘etimin’ çığlıkları sonatını tuşluyor,
okus-pokus bilmem kaç numaralı: taşıymış sabrın,
çatlamamış Panteon’a gidiyorum diye
kandırmışım evdekileri. Bir böyle inandırabilmişim. Kana kana kanmışlar mı?
Sayıları saydım, geçmişi ölçtüm… ne kadar uzak,
yokları kalmış. Gerisi uydurma; fasa fiso. Çünkü.
buhar olup da uçmadılar ya bunca insan, hayvan, ev, yol
ya mukadderatlarına ne olmuş?
Tanıklığı içermediğinden dolayımlı, mişli geçmiş zamanlı sorularımı
hafife almayın, ucuza kapatmayın, metres tutmayın.
(kapıyı üç kere vurarak anlam berkitmesi), bana kalsın;
açılan kapı ile mutfakta, masanın üzerindeki ‘çılgınlar gibiydi abi’li düzüşmenin Holivud fantezisi size.
Hani? Nerede, yüce Efesos’un inşaatında çalışan ve taşı yerleştirirken parmağı kopan; kaldıraçtaki taşın, dikkatsizlikten dolayı düşürülmesi sonucu ayakları parçalanan; kırbaç izlerinin, dik güneşte çakırdikenleri gibi kabarmasına rağmen ve birlik, daha da köpekleşerek, sözüm ona yaşamaya çalışan köleler; Aspendos’un, Ayasofya’nın, Sultan Ahmet Camii’nin, surların inşaatlarında zorla ve/veya ücretle çalıştırılan köleler; suları taşıyan; akşam fahişelerinin gün yüzüne çıkabilmesi için, yıkanmalarına; helaları yıkayan, pişirdiklerini yiyemeyen köleler… uzaaaaaar gider. Hani’ neredeler?
Hani, neredeler? Buhar olup uçmadılar ya?
Üstelik, göçmen kuşlar hala göçüyorlar, Kuzey’den Güney’e, tersine, mevsiminde.
İşte yoklar. işte yokmuş gibiler. Gibi gibiler.
‘Allı turnam bizim ele uğrarsan’ uğursuzluğu kaldı bize. İşte, gurbette yaşıyoruz, biiiiir bir. Yaşıyorsunuz. Yaşıyorlar. Yaşıyor.
N’olur, giderayak kandırmayalım birbirlerimizi.
Birdirbir oynadığımız zaman eskisindeki kadar çocuklaşalım. Şehitlikte gömülü olsa da, ölü ölüdür.
Hani hep erken ölen, doğal olmayanı yürek burkan.
Çıkmayan canı çıkarmayan, çıkacak olanı da çıkaran yüce mevlam çıkacaksa, zaten çıkmıyorsa yüce Mevla’mın ne işi var orada), ölen, ölü, öldüren, ölünün ardından ağlayanlar, ölünün yakınları, uzakları, eş dost akraba ve din kardeşleri, cenaze, cenaze arabası, ölü yıkayıcı, cenaze levazımatçısı, nayiha, katafalk, şopen cenaze marşı, ilahi, yasini şerif, cenaze namazı; tabut, dört kollu; hani kollardan birine yapışıp merhuma son bir omuz verme varyetelerinin atıldığı, bir kaç adım omuzlayıp dışarı itilince ‘bu piyasada bize ekmek yok’, ‘vallahi ödicem abi, borcum borç’,’seni gidi seni kapatmanı gördüm geçen pazar, kumrular gibiydiniz’ , ‘yapma oğlum bi duyan olucak, kayınçoların kulağına gidecek’ vesairelerin, diyalok, triyaloklaştırılmasına dahi engel olamayan günahsız tahtadan kutu; merhum, gömme töreni, merhumu nasıl bilirdiniz, ‘gömün..mına goyiim fıkrası, top arabası, bando mızıka, askeri ve sivil erkan, imam, cemaat, osuran, s.çan, anıt mezar, şehitlik, türbe, şehitler abidesi, şehitanası babası; Arapça bilmeyen’ merhuma yasini şerif okiim mi abi’ler; taze ve bayat mezara naylon testilerle su döken, parayı veren yakını sırtını dönünce de döküyormuş gibi yaparak bir sonraki ‘dökiim mi abi’ye su artıran çingene çocukları… …bir ucundan kabir sorgulaması ucundan ar damarı verimsizleşmiş politik hesap madeni hisselerinin anlık kurunun hesapları; bir araya gelmekten kaçınan ikiküsikikösikiküzsiyasililderin münasebetle el sıkışmaları…..failfailfailfailfail…..leri,meçhul, faülatun,gözyaşları tümsahın….lütfen, edepliliğe konuk olabilin, lütfen.
Uydurmayalım.
O zaman; ‘tüm düşünce acı ve mutluluğun somut kutupları arasında kuşatılmıştır’ n’olacak.
O zaman; şu tinerci çocuk (mu)
şu simitçisi (mikroçipler diyarında siğycaaaaaak siğmit var)
şu aaaaayakyakabi boyacısı
şu münzevi
şu bacaklarını ayıra ayıra sürüyen, keşke ölsemi nonsamimi fahişe n’olcak.
O zaman; şu, geceleyinyıldızlarınaltındasevişmeknegüzelkondular n’olacak.
O zaman; gelir dağılımını D.İ.E. açıklamış,
nüfusun en zengin %20’si toplam gelirin % 60’ını,
enyerebatasıcadabataklar ise (%20) % 4’ünü alıyor…..muş.
yıldızlıbirinci grubun günlük et tüketimi 76 gram, ikinci (bu isimde sigara vardı, çocukluğumda, önce, milattan) lerin ise 17 gram…mış.
ama bakınız, kaynakça, ayol şekerim,
Mişligeçmişzaman tanıklık istemez, istemez, istemez,
istemez ama biliyorum, bitpazarına nur yağmaz ama,
Negro’nun Florial’e söyledikleri n’olacak.
O zaman; bu zaman, çokbiçok insan tanımının yapıldığı zaman, öyleyse böyle değil, Mortalite oranlarının yükselmesi ile Borsanın yeniden puan artıracağını bildiren, adı olmayan kaynaklardan alınan haberlere göre yönetilenler n’olacak.
O zaman; bu kadar sündürmeme,şiiiiiirin manayapısal krizinin ve biçeminin sorunsallarından, imge dizgesinden,şunundanbunundan, ebesinin hörekesinden vazgeçmiş olmama rağmen, estetiğin mestetiğe dönüşmesine fit olabileceğime ikna olmuşken üstelik, bildiklerimin, en azından deryada bir damla bildiğimi sandıklarımın, cevizçeyizsandığındakiler n’olacak.
O zaman; evde kalmaz mıyım…zürriyetsiz…kuzeye, soğuğa, zora, beni adam edebilecek olana, ‘lütfen numarasız ve yönüme bir bilet’ n’olacak.
O zaman; Fernando Solanas’ın ‘Güney’indeyiz’. Negro. Ölmüş müydü? Öldürülmüştü müydü?
Florial dinliyor onu, biliyorum, onun için konuşuyor, Florial bunu da biliyor..
‘Herşeyi unutmak istiyorum Florial, bilerek yaşamak ne kadar zor’.
Sabahın ilk ışıklarında (gece bitmiş demek ki),iş için tretuarsırtlarında bekleşen insanları göstererek bir eliyle, diğeri atkısının uçlarında sımsıkı yumruk,
‘Ben gökyüzü gri ve her şeyi unutan bir milletin çocuğuyum’ n’olacak.
(minicik bir itirazım var: akışın öznesi olamamış olan unutma lüksüne sahip değildir. öyleyse Negro’nun serzenişti kime ve niye)
O zaman; bu yazıya döktüklerimi ya yayımlatamazsam, ya acının yaşanmasına onuru döllemeye çabaladığımı iletemezsem, n’olcak.
O zaman; çocuktuk, açtık, sokaktaydık
bir afişin koparılan parçasındaydık.
eylül saat 12 kırlangıç fırtınası estiğinde,
şöyleböyle anıların, sırrını gömdüğü
bohçanın, iliklenen kopçasındaydık, n’olcak.
O zaman; plan karartmayla sonlanır…öteki omzuma vurur…loş ışık..
yüzüne bakarım…sırıtıyor…tanıyorum…istemiyorum…
ıslanmışım…kuruymuşum…kupkuruymuşum gibi bakıyor.
eskidenkileri anımsadığımı belirterek soruyor n’olacak.
‘Ne o, epeydir ortalıkta görünmüyorsun’……………………………………
Kar yağıyor, biraz biraz yağmur da eklendi. Karın yağmasının bile şerefi kalmamış. Islanmışım. Donuma kadar. Rahatsız olmuyorum. Yakınmıyorum. Öyle yüce, direnenlerin destanlarını düzmüyorum. Soru soruyor ve ben onu tanıyorum. Ne bu şimdi? Derdi nedir, serzenişle sulandırılmış soruyu soranın? Olmuş olanları mı merak ediyor? Dönüş yörüngelerimizin farklılığının ayarına varamamış cehalet dümbeleği. Sorularımdan, akışımdaki kanayan yaralarımın sarılabilir olup olmadığından habersiz. Belki de, kendi kendince sardığına inandığına inandığı, otuz bir menşeili yaralarının, iyileşme zamanını genel takvimin referansı biliyor…lslanmışım, donuma kadar, titremiyorum işte, lunapark hayaline ısınıyorum, bir bebeğin gülümseyişini ve hiç ağlamayacağı zamanı düşlüyorum….’Ne o, epeydir ortalıkta görünmüyorsun’, Ebenin örekesi, zurnanın zırt dediği delik, ayıoğluayıini; hayatta hiç kimseyi ve hiç bir şeyi sevememiş (bir hayvanları, kedileri sadece, o da kendi kedisi),egoist, vurdumduymaz, cenabet…Üşüyorum, titrememeye çabalıyorum, soruyu ve bende olmayan yanıtını tasavvur etmeye çabalıyorum…Bir vapur geçiyor, Sarayburnu’ndan, çayım yok, sigara içmiyorum kendimi öldüresiye bir duman çekebileceğim, şilebezimandagönümemet yok, dostluğun ve düşmanlığın mertçe olacağı da yok, soru soruldu ve bir vapur geçiyor. Adım gibi eminim, bir reklam firmasında çalışıyor ve akşamlarını, bilmem ne barında geçirdikten sonra, filanca adressiz fıstığı yatağa atıp, ‘müthiş bir sevişmeydi abi yağğ’ı hem yaşıyor hem de bir sonrasını hayal ediyordur …’Bütün çıkmazlarını ezberledim bu kentin. Gidiyorum. Soğuğa. Muhtemel bir kaçış için, çıkış için, giriş için’, desem ne yazar… Yahu, sen, kimdin, şimdi kimsin, kainatın neresindesin ve eşya ile münasebetin ne…Sormuyorum, çünkü sorumun altında ezilip kalanı gördükçe, suçluluk duyuyorum; dinazorluk.
‘Ne o epeydir ortalıkta görünmüyorsun’. Dert diye tanımladığı ne varsa, bende de böyle bir umarsız hastalıkçık var sayıp, derman önerebilirim mi demeye getiriyor… Yok, yok, belki de yansıtıyor, aydınlatmıyor. -soruyor. Sordu. Ama ne demek ‘epeydir’. Bu ne biçim zamanı ölçme, bölümleme ve yeniden ölçme. ‘Milattan önce şu tarihte’, ‘üç yıl önce, iki hafta oluyor’,’eeeee okul bitimine göre düşünürsek bir altı yıl kadar var’ denebilir. Ama epeydir???
Üstelik bu ortalık. Orta ve lık. Kenar üst. AIt. Enboyyükseklik. Yani hacim, boyut….mu? Ortada sandık mı? Bu ne biçim biçem. Soru mu, sorun mu, boru mu? Haaaaa annnladım….argo, argo bu. Hani revaçta olan, hani ‘nasssın beğ moruk’,’bi görcektin abi yağğğ’,’wwaaoowwww müthiş’,’ süper abi süper, mega hocam mega’ vs,vs,vs vesvese, terstese, terese, baltasuinekorman, yanıp bitip kül olmak.
Ateş basıyor. Çarpıntım laşmaya başlıyor. Kulaklarım, cehennem efem kanalından uğulduyor. Suiçindeymişim kadar ıslağım. GeIip-geçen ‘halk’ otobüslerine görme duyumu ağdırdıkça,kapalımekanfobisihobimi anıyorum, vücudumun kokusundan iğreniyorum. Başım yerinde duruyor da, çevrem döndü. Sağaltıcıma, kaliteli anananamnez verebilmek için çok çalıştım, çok gecekondu ödevleri hazırladım. Denizi göremiyorum; daha kalabalıkların balkonundayız. Demek ki, ben, burasını daha önceden tanıyor ve nefret ediyor olduğuma göre çok yürümemişiz. Geri mi çekiliyorum. Yolculuğum kuzey bileti aldımdı oysa ki. Bulantımı artırıyor, üstüne kalacak, caka olsun diye gelmişmişti.’Yok mu arttıran, yok mu arttıran, satıyorum, saaaatıyorum, yorum bu yorum, inanmayın, sattım.’
Erken boşalma, çok önemli sorundur ya ‘erkekiz icabında abi toplumunda. işte tersinden, alıcının gönderdiği mektup, postacı pulu koparır göndericiyi bulunca. Geç gelen yanıt. “””‘Kuzeye çekiliyorum da.. ‘Uuuuulan bok mu var kuzeyde’. Ötekinden sonra butekini de yanıtlamaya kalkarsam, öteki alınabilir Farklılık ölçülebilen büyüklüklerde ise algılanabilir ve bu da eninde sonunda üzer insanı. İnsanı. Hangi insanı allasen. Sahi kim bu insan? Ben, insan mıyım, sen, şu si…taşş.ınadenkgö.ünlentrampetçalan da mı, tinerci çocuk (mu).
Bunaltıcı topaçlarımızın dönüşü, burası seninle g.tgö.e geldiğimiz yer, çok önemlisi de öteki ve buteki bana illegal, bense varışın değil, gidişin adına konuşabilir legal ihanetlisi. Mağnetizma, evrensel çekim, merkezkaç, zabıta kovalar, polisin hakkını yemeyelim, Şu kadar bilim adamı; Sümüklü ve götünde bibatman boklu çocukluklarını bilirim. Filozof, yazar, çizer, yontar, oynar. Ne diye uğraştınız bu kadar? Nereye uğraştınız? …Bakın, sorulan soruya, bakıbakın, bakınız. Ne demeliyim? Ne diyebilirim? Ne denir ki, ne desem ki? Boş veremem, dolum da yok, taksitten çıktı, kredi limitimi dolduralı otuz birtane kişilik değiştirdim, artık o da kalmadı…ee e eeee
‘Çişim geldi, ben gidiyorum’. Ulan, bizde seni, kurdu kitabın lakabıyla şereflendirmiştik; hani, okuldayken; martı sayar, bokun inişine, daha iniş takımlarını açmadan kafamızı iterdik ,akıl işte yani piyango, çantanı niye aldın, ayhalinde misin, makyaj mı tazeleyeceksin yoksa…şakaşaka kızma esprişakası. Çantam mı? Caddedeyim. Lunapark yok, pazar yeri, yokyok, ya bu koku da neyinnesi, bu koku, hayvanpazarı. Bütün hayvanlardan özür diliyorum, ötekileri ve butekilerin; kendilerine benzetip hakaret ettiğim için. Kasıklarımda şehir hatlarıvapurunun iskeleye vurması gibi, gelip giden, gelip gitmeyen ağrı. Üşüttüm. Kafadan kuşkulanırken sidik yollarını soğuttuk. Fena halde sıkışığım. Camdan, bana bakan, amortisiz bilet buruşuğu surat, benimki olamaz değil mi? O buzdolabı, tamtamına, yüz elli milyon. Küs olduğun suretini kaydır üzerinden …Pardon. Toplamınızayardım edeyim…Ama ama, siz, siz, siz reklamdaki kokuyu sıkmışsınız,..NasıI sağsınız, bu taammüden infaza rağmen…Güzelsiniz, alımlısınız ,çekiciliğiniz yanlış parklara çözüm olmaz ama üç beş gecelik otuz bir fantazisi olabilir…Sizi kaybettim…Kokunuzu unutamazsam silerim… Özür dilerim…Teşekkür ederim …Altıma. …işerim. Nasıl olsa kar yağmura dönmüş. Ya yüzüm? Çamaşırbulaşık makinasına mı yaraşır, elektrikli süpürgeye mi, mutfakrobotu, ütümasası, tivi; (etektıraşına daha makina yapılmadı değil mi), bisiklet, portakalsıkacağı, elmasıkacağı, muzsıkacağı,patlıcansıkacağı, hıyarpırasaıspanakkavurmacasısıkacağı, pirincini sonradan ekle. Alıcı, suçlusuçlu konulan senetlere ihracat fazlası kişiliğini karalıyor.
Bu duvarı, sevdim. Yüksek, uIu. Bana haddimi bildiriyor. işte küçüğüm, işte zavallı, işte adam olamadı, akılvar, zekavar, bilgivar, diplomavar ama uyum yok uyum…Şurda dursam, sarmaşığın bir dalına tırmansam, taaa tepesine, pat bıraksam, patdüşsem kaldırıma, acelesi, çokbiçok acelesi olan ayakların burnunun ucuna, ‘ohlasam ahlasam, ıhlasam, ölüyorum desem, belki ölsem… Uyarının intikamın, burdayım bildiriminin en berbatından berbat ifadesi. Tırmanıyorum, taaaaaaaaaa tepesine kadar, aşağıya bakmıyorum bile… Karanlık, cep fenerim cebimi aydınlatıyor, ya önüm?
‘Görünmüyormuşum’.itherifdangalakhıyarağasıpuştzulasıobuşu, görünmüyormuşum. Görünmezmişim. Ulan senin görme yetin hangi sayımda mevcut oldu ki? Kopyaçekensen,pulkolleksiyonugöştericisisen,halkkelimesiniyumuşatarakkonuşansen, sümüklüböceksen (bak yine bir hayvana hakaret ettim senin yüzünden) gregorisamsasen…sen, git derdini Franz Kafka’ya anlat. ‘Görünmüyor muşum’. Hem de ortalıkta görünmüyor muşum? Ortadaymışım da, o göremiyormuş. Gerekçeleri kinist bir tez. Aslında, biliyormuş, bal gibi de biliyormuş, bal gibi de oradaymışım. Belki kamuflaj, belki sütre gerisinde gizleniyormuşum (Askerlik anılarından birini araya sokmacaflaşbekkullanmayetisi).Ortalıkta olunmaz yavrucum, kulağından çekip getirirler. işte şirazenin kaydığının alameti farikasıdır. Orası orta ve lıktır çünkü. Oturmuş, bu kıyının ne kadar vazelinlivazelinsiz,budaklıbudaksız sivrisi varsa, üstüne, karşı kıyıya hariciyenin gazellerini okuyorsun…Mayakovski kolayını seçti, göklere çıktı…Steplerinde ,eylülün, bozguna uğramış, aç ama çocuk olanların gazabıdır…Hani şu hezeli peygamberler var ya; biliciler, anıldıkça arındırılanlar, yukarıda olanın yukarıda, yeryüzünde işlerin tıkırında gittiğini vaaz edip, yegane kurtuluşumuzun önderi kılınanlar. Uyarsan çağrılarına, ortalıklarda görünenlerden olacağının kehanetlerinin cazibesi, hoşdüşler… Raskolnikov, hoşgeldin canımdancankardeşim, dostum. Sonunu hiç beğenmedim, biliyor musun? Yazarının ihanetini muştuluyorum sana. Otur bu yanıma, bendeki sonun da bu yanıma. ‘Şimdinin çözümsüzlüğünün iksirini buldum’ kandırmacasında, enbiötekidünyanın nimetlerini düşleyip düşleyip, salyalayıp, dudaklarını şapırdatmak.
Hangi gemileri severdim ben. Çocukluğumdaki önce dumanı sonra bacası, sonrasonra gövdesi göründüğü iddia edilen ama, gemileri mi? Şairin ellerini yakanı mı yoksa? Vikinglerin ciklerini mi? Sultan Memet’in karada yürüttüğü savlananları mı? Uzaygemileri çok sonraları girdi düş sandığıma. Sevemedim. Açmadım kapağını bir daha. Yenisi, Yenisi cevizden, halis ben yapısı… Şu adamı sevmedim, postayadameydanokuyor, belki fotospormaç… Kadın dergisi. Kadın giysisi, kadın memesi, kadın duygulanımı…Bilirim de, dergisi ne demek, bilemem, sevemem. Okuma o zırvaları be kadın, okuma. Kapkara cahil kal yeğdir. Döllerini kirletiyorsun…Bu gemiler karşıdan karşıya geçiriyor. Kanıksanmış olandan kanıksanacak olana. Bu gemilerde çay hileli içmeyin ey halk. Öznesiz nesnelerin otuzbir yolculuğu. Denizin kokusunun çağrısını, çirkin bir metrese dönüştürüp, çocuklarının kutsal anasına uygulatamadıkları fantezileriyle, birbirlerine pazarlıyorlar. Kadınlar, kokuları, reklamdaki kadar çiçeksiz, yüzleri çok genç, hiç yaşlanmıyor, ne metres ne doğurgan…Bat gemi bat. iniyorum.
Polis, balık tutuyor, çişini tutuyor,’anamavradımolsun’yeminini tutuyor, polis zabıtımı tutuyor; onlarınvarlığındaki, yokoluşumun, okunuşumun…Denizin üzerinde yürüyen çocuklara sordum, karşı kıyıya burdan mı gidilir. Kikirdediler, güldüler, kahkaha atanı bile çıktı, koskocaman adam dediler, nasıl bilmez.
Manifestomdur. İntiharım. Korktuğunuz, hiçlikIe yüzleşebilme cesaretim. Adımı unuttuğum. Unuttuğumu unuttuğum.
Bana öyle bir adalet gerekli ki,’HAKİM’in dışında kalan herkesi doyursun. Yarım elma yiyenden, diğer yarısı çalınmıştır. Bu tek haksızlıktır.
Gidiyorum. Ayrılmıyorum. Adresimi vermiyorum. Adreslerinizi almıyorum. Yazışacağım.
Sesi, ağlamalara ayarlı ilgili oktavlardan algıladım. ÜzüIdüm. Ağladım. Çünkü sadece üzüldüm, önce meşru değildim. Suçluluk duydum her olumluluk için. Şimdi, mağdur, meşru ve acizim; muktedirim.
Çekilecek sınır kalmayıncaya kadar çekiliyorum. İlk girdiğim labirent. Çeyreklerle ve yarımlarla çok kirlendik, bir tutam, bir tutam…tutamlar. Bir miktarcık da olsa, hak vermediğimiz kaldı mı? Konsensusususssss; yani korkunun çözümsüzlüğünün çözümünün, orgazm sigarası. Duman, ısı, akciğerkanseri ve pasif içicilik.
Zümrütü Anka kuşu efsanesi özeti. Yedi dipsiz vadi, kaf dağı, otuzüç kuşun her biri ve otuzüç kuş. Otuzbirliler taksit senedi imzalıyor.
Ateş yanıyor. İhtiyaç duyulan kadarının ,kepenkleri indirilen karanlığın bir yerlerinde, ateş yanıyor. Çakallar uluyor Akbabalar uçuyor Sırtlanlar sırıtıyor. Çiyanlar, kabir azabı sorgulamaları… Heeeeeeeeeeeeeeeeyyy Dante orada mısın? Ateş yanıyor ve sayamadıklarımı da aydınlatıyor. Karanlığın altı bir daha çizilsin, vurgulansın ve unutulmasın varlığı, kahreden egemenliği bilinçten uzaklaşmasın diye…Ateş yanıyor.
Aaaaaaaaah Prometheus ah! Dimyat, pirinç ve evdeki hesap. Bizim manav, bizim bakkal, şifa eczanesi, cumhuriyet meydanı, risalei nur caddesi, ulu camiin yanındaki bizim kasap, trafiğin yoğunluğunu gerekçe gösterip, karargahından çıkması zor oluyor diye kentin dışına çıkarılan itfaiye, yeşilay, kızılay, af örgütü, gaf örgütü… Ateş yanıyor… Ciğerim yanıyor… Bir, ateş, düştüğü yeri yakmıyor. Mukadderatları hakkında çok planlar yapılanlar, uygulanıp başarılı-başarısız olunanlar…önce sizden uzaklaşayım, uzaklaşabileyim ki, iklim çaprazlaşmamızda, erişebileyim kavilleşmemize.
Yenilgiyi tanıyanlara. Acıya yardımcı olsun diye…..ateş……Prometheusunki..
Ama alfabeyi aşamadık ki
Ama güven içindeyim
bozamam ki
Ama güvenilir olana güvenim
sarsılmadı ki
Ama ne desem ki.
. ..ve derken biter.
Sözün satırbaşısızlığı, sözün ve anlamın sonu yoktur. Engels’in benim, biricik yoldaşı sakallıyla yaşlı koşucum. Senin dilini seviyorum, daha insan. Sonsuzluk sonsuz sayıda sonlu şeyden oluşandır demişsin, Sözün ve anlamın sonu da öyledir, öyleyseyi ekliyorum, acıya bandırılmış veya mutluluğa bulaştırılmış olsa da. Yazılanlar, çizilenler, çekilenler, bağıtlanarak, kuyunun dibindeki kurbağaya dönüştürülüyor. Her şeyin, arkası yarındır oysa ki, öncesi dün de. Ve hayat (gerçek ve doğru) bildiğimizden daha karmaşık, sandığımızdan daha basittir.
Kuzeye, mağaraya. Karasularıma. Yener gibi oldum, yengiyi biliyormuşum, yenildim yenilgiyi öğrenememişim. Zorunluluk, rastlantı, zorunluluğu rastlantının, göçmen kuş misali, gerekli olanı empatikleyebilmek nötür olmayı dayatmıştır, bazen, dönemeçte.
Ne tabakhanem var ne de paşam, ne de kelle ve bok yetiştirme zorunluluğum.
Kontordato ilan ediyorum. AlacakIılarımın hepsi, almışlarda kalsın, analarının ak sütü gibi. Vermiş olanlar, borçlularım benim, canlarımciğerlerim, kan emicilerim. Seviyorum sizleri., öderim. Ödeyeceğim ödenmesi gereken varsa… Vermiş olanlar, almış olanlardan alsın. Sıfatlılıklarını fiile döksünler. Yesinler birbirlerini. Nasıl olsa mertçe olmayacak dostluk da düşmanlık da. Hiç oldu mu ki? Döndüğümde eskiler alıp, yeniler veririm. Çekilebilirsin, geldim derim, güneşe… Kaçıyor muyum? Zaten inecektim mi? Çocuktum. Açtım. Sokaktaydım. Bir afişin koparılan parçasındaydım.
Dr. Hüseyin Koç